Serbest Kürsü

Devlet Meselesi

Platformda birçok şeyden süreç içerisinde bahsediyoruz ancak benim zaman içerisinde kafayı en fazla yorduğum konulardan biri meşhur devlet meselesidir. Ama bu mesele çok derinden yani temelden gidiyor. 

devlet-meselesi-para
Resimde devlet olmanın en önemli gereklerinden biri olan, yaklaşık 2.500 yıl önce basılmış, Lidyalıların ve Dünyanın ilk parasını görüyorsunuz. Paranın basıldığı maden elektrum denilen altın ve gümüş alaşımıdır. Para basmak devlet olmanın önemli şartları arasında olmakla birlikte dünyanın ilk sınırlarını çizen ve devlet olma emaresi gösteren topluluğu Sümerlerin bir para birimi bulunmamaktaydı.

Devlet

Niye kurulduğundan tutun, devlete kim neden ihtiyaç duyuyor, insanların devlet aygıtını desteklemesinin sebepleri neler? Devlet süreçleri nasıl daha etkin hale getirilir? E kadar bir çok soru aklımda dolanıyor. Devlete ana mı diyelim baba mı diyelim yoksa sövelim mi? Tabi benim burada yazdıklarım tamamen bir düşünce, bir tartışma başlatmak üzerine. Kendi kafamı yorup, uzunca bir süredir araştırdığım bu dosyayı da bu yazıyla açıyorum.

Devletin Ortaya Çıkışı

Dünya üzerindeki tarihsel sürece bakıldığında insanoğlu birey olarak mağarada ilk kendi soyu ve ailesi ile yaşamına başlamıştır. Her ne kadar esaslı bir mesele olsa da yazıyı uzatmamak anlamında insanın mağaradan önce geçirdiği sürece girmiyorum. İnsanoğlu mağarada barınma, gıda, üreme ve tüketim ihtiyaçlarını sağlamak maksadıyla üretmeye, ürettiğini satmaya, yani sermaye biriktirmeye ve nihayet kendinde olmayan şeyi tüketmeye karar verdiği anda işler değişmiştir. Bu süreçte insanoğlu ihtiyaçlar hiyerarşisindeki arzularını daha hızlı gerçekleştirebilmek için diğer toplumlar ile iletişime ogeçmiş, bazen rekabet etmiş bazen ise birlik olmuş, topluluk haline gelmiş, kendi benzeri nitelikteki diğer birlikler ile de aynı gerekçelerle iletişime geçmiş, ticaret yapmış ve savaşmıştır.

devletin-ortaya-cikisi
Resimde homo-sapiens tasviri görüyoruz. Muhtemelen bir sonraki aşama aileden topluluğa geçmek. Günümüz dünyasında evrim teorisi sürekli tartışılan, araştırılan bir süreç. Ülkemizde halen “ maymundan mı geliyoz şimdi” sorusuyla sığlaştırılan bu tartışmada belirli aşamaları geçmemiz ve bilime sırtımızı dayamamız gerekiyor.

İnsanlığın gelişiminde en kritik meselelerden birisi ihtiyaçlarını diğerlerinden daha çabuk bir şekilde halletmek için gereken sermaye birikimini sağlama meselesidir. En başa dönersek hayatına mağarada başlayan aile daha fazla sermaye biriktirmelidir. Daha fazla biriktirsin ki diğerlerinden daha hızlı bir şekilde ihtiyaçlarını gidesin. Bunun temel olarak iki yolu vardır.

Ya varlık sahipliği (toprak, nüfus, alet) arttırılacak (bu da ya birleşerek ya da savaş ile olur) ya da ticaret yapılacak.

İşte devleti oluşturan şey de budur. Zaman içerisinde rakibin daha fazla geliştiğini gören bir grup aile ihtiyaçlarını daha hızlı  karşılayabilmek için diğer aile grubu ile savaşmaktansa ortak menfaat kapsamında birleşir. Nihai olarak birleşen aileler büyük bir grup oluşturur ve devlet meydana gelir. Çatıyı ise ortak menfaat yani daha hızlı kalkınma hedefi oluşturur.

devletin-ortaya-cikisi-tarim
Resimde Neolitik (cilalı taş devri) çağa ait tarım aletleri görüyorsunuz. İnsanoğlu o tarihlerden bu günlere daha fazla yığın üretim ve bu yol ile elde edilecek daha fazla sermaye birikimi ile refaha erişmeye çalışıyor. O günlerden bu günlere seri üretim fikrinden hiç vazgeçilmedi ve ciddi bir sermaye birikimi yapıldı. Ancak değişmeyen tek şey insanoğlunun doymak bilmeyen tüketim ve lüks ihtiyacı ve bu ihtiyacı karşılamak için gereken sermaye birikimi hedefi.

Bu süreçte oluşturulan çatı, yani devlet aygıtı, toplum içinde meydana gelebilecek karışıklıkları engellemek, taraftarlarını ve nüfusunu arttırmak, mensuplarını rahata erdirmek için hizmetler yapar. Bu hizmetler karşılığında onlardan vergi alır ve nihai olarak toplumu daha fazla korumayı ve kalkındırmayı hedefler.

Sanırım devletin oluşumunu ve varlık gerekçesini tam anlamıyla açıklayabildim.

Devlet Nedir?

Oluşum sürecini izah ettik lakin aslında bilim adamları, tarihçiler hatta ünlü düşünürler tarafından bile ortak bir yönde dahi tanımlamamış bir kavramdır devlet. Biz biraz daha kavramsal yaklaşıp işin özü ile sonlandıracağız yazımızı. Mutlaka bu herkesin fikri olduğu şey üzerine birer yorumunuz vardır. Yorumlarınızı ve mesajlarınızı da heyecan ile bekliyorum.

devlet-nedir-iran
Resimde İran İslam Cumhuriyetinin günümüz yönetim şemasını görmektesiniz. İran’ın yönetim şemasını koymamın nedeni bu ülkenin komşumuz olması ve aslında farklı bir yönetim tarzı olması nedeniyle dikkat çekmesi. Muhtemelen devletler ilk kurulduğunda bu şemada görmekte olduğunuz  seçmen, parlemento,gibi kavramlar yoktu. Bir başkan, başkanın yönetim ekibi ve yerel yönetim birimleri ile askerlerin oluşturduğu bir yönetim şeması ülke yönetimi için yeterliydi.

Devlet esasen Arapça bir kelimedir. Türkçesi İl’dir. Hatta erkek çocuklarına konulan İlteriş adı devlet kuran anlamına gelir. Tanım olarak baktığımıza çok farklı tanımlarla karşılaşıyoruz ama internette yaptığımız araştırmalarda devletin daha çok toprak bütünlüğüne bağlı siyasi olarak örgütlenmiş millet ya da milletler topluluğu olduğunu görüyoruz. 

Herkesin devlete dair farklı bir tanımı olabilir. Kimisi anan der kimisi baba kimisi amcaoğlu kimisi hasmı olarak dahi görebilir. Açıkçası ben devlet kavramını “sınırları belirli olan bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanların zaman içerisinde toplum düzenini sağlamak ve refahı arttırmak için kurdukları bir aygıt” şeklinde tanımlıyorum. Devletin kendi yaptığım tanımının gerçek durumla zaman zaman ilgisi olsa da bence bir ideali daha fazla içeriyor bu tanım. Yani devletin bence olması gereken hali bu. Birlikte yaşadığım diğer kişilerle birlikte toplu halde refahımızı arttıracak bir aygıt.

Tabi burada bu işi kim yapacak, hükümet değil mi kardeşim bu dediklerini yapacak olan dediğinizi duyar gibiyim. Ancak bu iş tarihsel sürece baktığınızda çok daha farklı yürüyor. Bu yüzden önce şu meşhur ayrımı bir yapalım. Devlet ve hükümet meselesi.

Hükümet ve Devlet Arasındaki Fark

Siyasi ortamlarda ve halihazırda içinde bulunduğumuz şu meşhur cehaletin ön plana çıktığı hatta tasdik ve tasvip edildiği günümüz çağında, hükümet ve devlet kavramları sıklıkla birbirlerine karıştırılır. Oysa süreç oldukça basittir. Kim bilir belki de hükümetlerin uzunca bir süre görev alması nedeniyle bu iki kavram birbirine karıştırılıyordur.

hukumet-ve-devlet-arasi-fark-ataturk
Resimde Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı (Bâlâ milletvekili) 1923-1938 tarihleri arasında Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Atatürk. Devletin kurulmasını müteakip yürütme yani hükümetin başına geçmiştir.

Devlet hükümetin yönetmesi için görevlendirildiği bir aygıttır. Bu aygıtın içinde kurumlar, şirketler, topraklar, askerler ve insanlar bulunur. Hükümetler bu aygıt aracılığı ile halkın refahını arttırmaya çalışmalıdır. 

Hükümet ise insanların seçtiği, silahlı olarak ülkeye el koymuş ya da sadece gücü ve kuvvetinin süregelmesi nedeniyle başta bulunan bir ailenin mensuplarının devlet aygıtını idare ettirdiği bir yapıdır. Hükümetler gelip geçici iken devletler genelde hükümetler kadar kolay gelip geçmezler. Yani hükümet kurup yıkmak ile devlet kurup yıkmak arasında ciddi fark vardır.

Seçilmişler vs. Atanmışlar

Peki ülkeyi gerçekten kim yönetiyor derseniz işin içine çok fazla değişken ve detay girer.Bu yazıyı okuduğunuzda süreç kafanıza daha iyi yerleşecek lakin hepsini tek tek yazmaya gücümüz yetmez. Çünkü her yönetim biçiminde ve ülkede farklı engeller ile karşılaşırsınız. Mesela bir kamu çalışanı olarak Kuzey Kore’de devlet başkanının sözüne itiraz ederseniz muhtemelen timsahlarla mücadele edersiniz.Ama Türkiye’de bu böyle değildir. Almanya’da ise hiç bir şey olmadan mutlu mesut hayatınıza devam edebilirsiniz. İşte bu noktada seçilmiş ile atanmışın çarpışması başlar.

secilmisler-vs-atanmislar
Weber (1948), bürokrasiyi, “büyük-çapta İdarî görevler ve örgütsel hedeflere ulaşmak için, çok sayıda bireyin çalışmasını rasyonel bir biçimde koordine etmek amacıyla tasarlanmış hiyerarşik örgütsel bir yapı” olarak tanımlar.

Seçilmişler hükümetler, atanmışlar ise kamu çalışanları yani bürokrasidir. Her ülkede bu ikisi arasında bir denge bulunur. Bazı ülkelerde seçilmişlerin ağırlığı fazlayken bazı ülkelerde atanmışların ağırlığı fazladır.

Benim bu konuda da bir düşüncem  mevcut tabii ki(yılmaz ve yıkılmaz bir herbokologum)

Bence bir ülkede bürokrasi kurumu yani atanmışlar lehine denge ne kadar kayıyorsa bu hükümeti o kadar çok sıkıştırıyor, ancak nizama ve kanuna uymasını teşvik ediyor. Ne zaman ki seçilmişler liberalizasyon ve deregülasyon kavramı ile atanmışlara bok atarak bunlar bizim büyümemizi engelliyor kardeşim, bürokrasi işte deyip halkı kendi tarafına çekiyor o zaman güçlenip istediğini yapabiliyor. Bu istedikleri arasında ise halk menfaatine olmayan şeyler mevcut tabii ki.

derin-devlet-bayrak
Resimde en eski Türk devleti Asya Hun İmparatorluğunun bayrağını görmektesiniz. Bu kadar eski tarihli olan Türk devlet geleneğinde bir devlet reaksiyonu olduğu doğrudur. Ancak bunu belirli bir grubun ya da lobinin verdiğini söylemek, aksaçlılar gibi bir örgüt olduğunu TV’lerde göstermek tamamen ilgili senaristlerin ve bu tip gizli örgütsel yapılardan haz alan izleyicilerin hoşuna giden fantezilerden ibarettir. Devlet reaksiyonu dediğimiz kavram benim izah ettiğim derin devlet yapılanmasının temel taşıdır. Bu içerdeki bürokratların örgütsel olmayan, fakat kalabalıklaştıkça artan direniş gücüdür.

Ülkemizde Devlet Kavramı

Devlet kavramı ülkemizde enteresan bir şekilde mitleştirilmiş ve nihayet insan kavramının önüne geçmiştir. Oysa bu düşünce hakimiyeti altında Osmanlı İmparatorlarından birinin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” lafı kulaklarımızda çınlayıp duruyor. 

ulkemizde-devlet-kavrami
Resimde gördüğünüz aynı zamanda Ziraat Bankasının temellerini atmış olan Mithat Paşa, tahta çıkması sürecinde ciddi yardımlarının dokunduğu 2. Abdülhamit ile zaman içerisinde ters düşmüş, 2. Abdülhamit tarafından Taif’e sürgün edilmiş, akabinde ise boğdurtulmuştur.

Tarihimizde bu gibi güzide ve  naif düşünceler olmasına rağmen bizim ülkemizde insanlar çoğu zaman ırkları, dinleri (evet buna din de dahil bence), servetleri vb. şeyler için canını vermezken devlet için kolayca hayatlarından vazgeçebilmektedirler.

Bu satırları yazarken Rahmetli Süleyman Demirel’in meşhur sözü geliyor aklıma. “Allah bu devlete öyle bir millet nasip etmiştir ki, tüm dünyadan insanlar devletlerinden kendileri için canlarını vermelerini beklerken bu ülkede tüm insanlar bir ordu ve tüm insanlar devletleri için canlarını verebilirler.”

ulkemizde-devlet-kavrami-suleyman-demirel
Türkiye Cumhuriyeti devletinde toplamda 10 yıl 5 ay boyunca Başbakanlık yapmış, Türkiye Cumhuriyetinin 9. Cumhurbaşkanıdır. Başbakanlık yaptığı dönemde Boğaziçi Köprüsü, Ereğli Demir Çelik, Keban Barajı gibi büyük yatırımlar aimza atmıştır. ABD ile 1970 yılında yaşanan ve ABD’nin Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklamasını istemesi ve Süleyman Demirel’in bu durumu reddetmesi sonucunda 12 Mart muhtırası verilmiş, Demirel istifa etmiştir.

Türk devlet geleneğinin eski olmasından mı, yoksa üstünde bulunduğumuz coğrafyanın üstünde sürekli büyük imparatorluklar olmasından mı bilemiyorum ama devlet kavramına enteresan boyutlarda bir saygı var. Bu saygı çoğu zaman hükümetlerin işine gelmekte iken zaman zaman ise kamunun refahının biraz geri kalmasına sebep oluyor bence.

Devlet Meselesine Daha Detaylı Bakalım

Devletin ne olduğuna ilişkin kendi tanımımı yukarda yapmıştım, tekrara lüzum görmüyorum. Devlet kavramı her aygıtta olduğu üzere bir amaca hizmet etmelidir. Yani ülkedeki genel yapının ve kanının aksine insanlar devlet için değil devlet insanlar için bir şey yapmalıdır. Bu mantığın ters olarak ülkemizde var olması ise demokrasi de dahil birçok meselede önümüzü tıkıyor.

Devletin hizmet ettiği tek amaç sınırları dahilinde yaşayan insanların hayatlarını kolaylaştırmak ve toplumun refahını arttırarak kalkınmasını sağlamaktır.  Bakın kalkınma kelimesini özellikle kullanıyorum çünkü kalkınma da sürekli büyüme ifadesiyle karıştırılan bir meseledir.

Şimdi devlet kavramından biraz uzaklaşalım ve şu kalkınma meselesine daha yakından bakalım, çünkü yazıda çok kullanacağım bu ifadeyi.

Büyüme İle Kalkınma Arasındaki Fark Üzerine

Büyüme kavramı bir ülkede belirli (ölçülen) süre içerisinde üretilen toplam mal ve hizmet miktarının artmasıdır.

Kalkınma kavramı ise büyüme ile birlikte gelen ancak büyümeden çok farklı bir meseledir. Kalkınma bir ülkenin başta sosyal ve kültürel olmak kaydıyla, ekonomik refahı da içerecek şekilde genel halinin iyileşmesidir.

buyume-ile-kalkinma-arasindaki-faruzerine
Resimde gördüğünüz kişi Robert Solow. Kendi adıyla anılan Solow Büyüme Modeli ile 1987’de Nobel Ödülü almıştır. Solow büyüme modelinde emek ve sermaye dışında GSYİH’i arttıran bir faktör olduğunu, bunun da teknoloji olduğunu, teknolojinin büyümeye katkısının diğer iki unsurdan daha fazla olduğunu genel olarak anlatmıştır. 

İktisat biliminde büyüme ve kalkınma üzerine çok sayıda teori mevcuttur. Mesela bunlardan benim en doğru bulduğum bir ülkenin büyümesinin ya içindeki insan sayısının artması yoluyla, ya sermaye miktarının artması yoluyla, ya toprak miktarının artması yoluyla ya da verimliliğim artması yoluyla olacağıdır.

Gerçekten de mantıken düşündüğünüz de bir ülkede üretilen mal ve hizmet miktarını arttırmanın yolu bunlardan geçer. İnsan sayınız yani çalışan sayınız artarsa daha çok üretirsiniz. Aynı durum toprak için de geçerli olup daha fazla üretebilirsiniz. Sermaye sizin daha fazla yatırım yapmanız anlamına geleceğinden doğrudan üretimi arttırır. Teknoloji ise yukarda saydığım insan, toprak, sermaye kavramları sabitken aynı şartlarda daha fazla üretim yani daha fazla büyümeniz demektir.

Bakın kalkınma yukarda bahsettiğim modelden tamamen farklıdır. Siz büyüme ile insanların ceplerindeki parayı arttırabilirsiniz ancak eğer planlı hareket etmezseniz veya zorlamazsanız asla ve asla insanların kültürel seviyelerini, toplum içindeki düzeni ya da yapıyı değiştiremez, daha düzgün hale getiremezsiniz. Esas mesele ise kalkınmadadır.

Toplum içerisindeki kültürel seviyeyi, eğitim seviyesini, toplum düzenini geliştirmeyen bir kalkınma olmaz. Hatta sadece büyümenin olduğu ve yukarıda izah ettiğim unsurların olmadığı bir büyüme de sürdürülebilir değildir.

buyume-ile-kalkinma-arasindaki-fark
1960 tarihinde kurulan DPT 2011 yılında liberal politikalar kapsamında lağvedilerek Kalkınma Bakanlığı bünyesine katılmıştır. Ancak halen kalkınma planı yapılmakta olup ilk kalkınma planının yapılığı 1963’ten bu güne 11. Kalkınma planına kadar gelinmiştir. Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal DPT Uzmanıdır.

Türkiye’de seçilen hükümetlerin kaçırdığı en büyük noktalardan biri ise göreve gelen hükümetlerin ekonomi bakanlarının kalkınma kavramının ne olduğunu bilmemesidir. Sürekli olarak hükümetlerin yıkılıp yeniden kurulması da bu sebeplerden biridir.

Aslında yazdıklarımdan da anlayabileceğiniz üzere devletin en temel hedefi büyüme değil kalkınmadır.

İktisat Bilimi ve Devlet Meselesine Geri Dönüş

Konuya bir önceki başlıkta hafiften bir dokunduk ama girizgahını şimdi yapalım. Devlet nelere müdahil olmalı, hangi süreçlerde bulunmalıdır sorusuyla devam edelim. Gerçekten yaşadığınız coğrafya, ülke v.b. fark etmeksizin bu soruya geri çekilip baktığınızda kendi içinde yeni yeni acayip sorular ve yaklaşımlar doğurur mesele. İşte bu noktada iktisat bilimine giriş yaparsınız. Çünkü iktisat bilimi temel olarak bu görüşler çerçevesinde ikiye ayrılmaktadır. Serbest piyasa (Liberalizm) taraftarları, karma-ekonomik model taraftarları- planlı ekonomi modeli (sosyalizm) taraftarları.

iktisat-bilimi-ve-devlet-meselesine-donus
1700’lü yıllarda yaşamış olan ünlü İskoç filozof, ekonomi literatürüne kazandırdığı liberalizm felsefesi ile dünya tarihine damga vurmuş, piyasanın görünmez el ile elinde sonunda tüm aksaklıkları gidereceği üzerine kurulu bir ekonomi politikasının ülkeleri ve insanlığı istediği refaha kavuşturacağını anlatmıştır. Ulusların Zenginliği adlı başucu eseri halen iktisat fakületlerinde özenle okunur.

İktisat biliminin temel hedefi dünya üzerinde bulunan kıt kaynakların mevcut insan varlığının sonsuz ihtiyaçlarını karşılaması için optimum dağılımı sağlayacak formülü bulmaktır. Serbest piyasayı savunan liberalizm taraftarları bu formüle ulaşmaya gerek yok, insanoğlu er ya da geç bu hedefe ulaşacaktır, yeter ki dışardan müdahale olmasın, tüm denge serbest düzende sağlanacaktır der. Sosyalizm ise insanoğlu hata yapmaya meyilli bir varlıktır, sürekli olarak disiplinsizlikten beslenir, bunların mayası bozuk, dolayısıyla bunların vicdanına kalmamalıyız, herşeyi devlet planlasın, üretimi de tüketimi de der. Karma ekonomi düşüncesini savunanlar ise ( ben bu düşüncenin yılmaz bir neferiyimdir) ya tamam tatava yapmayın, gelin ortada buluşalım işte, biraz piyasa biraz devlet, ne insanlar sanılan kadar iyi ne de sanılan kadar kötü, orta yol iyidir der.

iktisat-bilimi-ve-devlet-meselesine-donus-marx
Karl Marx’ın 1900’lü yıllarda Adam Smith’in serbest piyasacı zihniyetinin bir eleştirisi olarak çıktığı yol Das Kapital (3. Ciltl) gibi yine ekonomi literatürüne kazınmış bir baş ucu eser ile son bulmuş, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin ekonomi politikalarının temelini oluşturmuştur.Marx’ın en popüler ve bilindik kuramı Artı Değer Teorisidir. Söz konusu teoride gerekli/zorunlu olandan daha fazlasının üretilmesinden, bu üretimin ancak işçilerin sömürülmesiyle sağlanabileceğinden, bu durumun ise toplum içerisindeki dengeyi alt üst edeceğinden ve eşitsizlikten bahseder.

 Siz ülkeyi yönetenler olarak bu şekilde bir politika seçimi yapar ve bu doğrultuda kanunlar geçirir, uygulamalar çıkarırsınız. Bu tercih her şeyin başıdır. Çünkü siz bu tercihinizle,devletin olağan hayat sürecindeki yerini belirlersiniz. Devlete de kimliğini bu şekilde verirsiniz. Atanmışlar ile seçilmişler arasında ilk kavga burada yaşanır ve esasen kavganın altında yatan ideolojik bazdaki en büyük sebep budur.

Devlet Nerede Olmalı?

Gelelim benim kalkınma için nasıl bir devlet olması gerektiğini izah edeceğim bölüme.

Yazının önceki bölümlerinde yılmaz bir karma ekonomik yapı neferi olduğumu belirtmiştim.

Tüm yazacaklarım da bu doğrultuda olacak. Yani liberal ya da sosyalist bir ekonomi görüşüne sahipseniz muhtemelen aşağıdaki yazdıklarımdan dolayı kuduracak bana Allah ne verdiyse giydireceksiniz.Önden söyleyeyim de yazıyı okudukça suratınız kızarınca lan noluyo hanım dil altımı getir filan demeyin.

devlet-nerede-olmali-jmk
1929 Amerikasında serbest piyasaya dayalı olarak yürütülen politikalar tıkanmış, yaklaşık 9 yıl boyunca sürecek olan uzunca bir durgunluk (büyüyememe) sürecine reçete olarak kamunun piyasaya bu gibi durumlarda, özellikle inşaat yoluyla müdahale etmesi gerektiğini yazmış, düşünceleri ABD başkanları tarafından kabul görmüş ve uygulanmış, ABD’yi o dönemki durgunluğundan kurtarmayı başarmış bir ekonomisttir.

Şahsi düşüncem hiç bir zaman ülkede hiç bir politikanın serbest piyasa mekanizmasına bırakılmaması ancak hiç bir şeyin de nihai sonucunun herşeyi devlet planlar şeklinde olmamasıdır. Ulan sen ne diyon, ne emmeye geliyon ne gömmeye dediğinizi duyuyorum ama unutmayın, tüm yaşam döngüsü tamamen bir denge üzerine kuruludur. Bu dengeleri oturtmaz kurumların yerlerini doğru belirlemezseniz sisteminiz iflas etmeye mahkumdur.

Mesela ucunda kamu yararı olan hiçbir hizmet özel sektöre bırakılmamalı devlet tarafından. Nedir bunlar derseniz, eğitim, adalet, iç ve dış güvenlik, itfaiye v.b. kamu hizmetleri, istihbarat ve emeklilik sistemleri. Bunları özel sektöre bırakamazsınız, bıraktığınız anda halkınızın refah seviyesi yerlere düşer. Çünkü vergileri ile almaları gereken, kamu yararının ön planda olduğu hizmetleri parayla almaya başlarlar.Her hizmette kamu yararı vardır,tüm hizmetleri bu sınıfa sokabilirsiniz ama benim bahsettiğim tamamen farklı birşey.Unutmayın hakkınız size vergi veriyor, onlardan aldığınız vergilerle Moslow’un temel  ihtiyaçlar hiyerarşisine göre hizmet vereceksiniz. Yoksa kaynakları israf etmiş olursunuz.

devlet-nerede-olmali-maslow

Sadece kamu tarafından verilen hizmetlerin ortak bir noktası vardır. Bunların ortak niteliği kamu yararına olmasıdır. Bir diğer ortak özelliği ise hizmetin özel sektör tarafından verilmesi halinde oldukça pahalı sunulması gerekmesidir.Yine özel sektörün bu hizmetleri vermesi ciddi bir adaletsizliğe ve tarafgirliğe sebep olabilir. Bunu özel sektörün insafına bırakamazsınız.Üzgünüm liberaller maalesef gerçek bu. Liberalizm siyasetin konuşulmaya başlandığı anda başlar, iktisadın matematiğinin konuşulmaya başladığı anda biter.Kudurun.

Bunun dışında devletin bir aktör(ajan) ile içinde bulunması gereken hizmetler ve sektörler var. Ben bunlara stratejik önemi haiz sektörler diyorum. Nasıl derseniz, temeli itibariyle serbest piyasa esaslarına göre hareket edecek ancak içinde serbest piyasa kaidelerine göre hareket edebilecek, fakat tamamı kamuya ait olan şirketler bulunacak ve yeri geldiğinde bu kamuya ait şirketler özel sektörün kamu yararını bıraktığı noktada devreye girecek.

Hangi sektörler derseniz, savunma sanayi, bankacılık, tarım ve hayvancılık, enerji sektörleri.Buna ek olarak halihazırda bir oyuncunun olmadığı ancak ülkenin kalkınma planında önemli yer edinen sektörlere de devlet bilfiil bir şirketi/ajanı ile sektörün önünün açılması ve daha sonra özelleştirilmesi kaydıyla girebilir. Bu kalkınma planına ilişkindir. Mesela şu dönemde ihtiyaç olduğu üzere enerji depolama sistemlerine ilişkin teşvik ve yan sanayiiyi geliştirme maksatlı kamu şirketi kurulup sektör geliştikten sonra özelleştirirsiniz. Bunun dışında bu paragrafın temelini oluşturan sektöre ajan bırakma   uygulamasını İsrail devletinde enerji sektöründe görebilirsiniz. Aynı uygulamanın biraz daha serti ise Rusya’da yine enerji sektöründe Gazprom firması ile yapılmaktadır 

devlet-nerede-olmali-gazprom
1989 yılında kurulmuş olan Gazprom Rusya’nın en büyük şirketidir. Dünyanın ise en fazla doğal gaz çıkaran kuruluşudur. %51 hissesinin kamuda olduğu şirket, Rus devlet politikasının Avrupa’ya yönelik en etkili politik araçlarından biridir. İlginç bir çalışma şekli olup neredeyse bütün sektörlerde şirketi bulunmaktadır.

Tüm bunlara ek olarak tamamen serbest piyasaya bırakılacak olan devletin sadece denetleyici rolü ile bulunacağı sektörler var. Yani devlet sadece üretilen ürün veya hizmet anlamında sektörleri denetleyecek. Bunlar ne derseniz başta ticaret, küçük imalat, otomotiv, taşımacılık ve yukarda özel olarak bahsetmediğim tüm hizmetleri sayabilirsiniz. Üzgünüm sosyalistler. Sosyalizm kamu yararının konuşulmaya başladığı anda başlar, ancak rekabetin konuşulmaya başlandığı anda sona erer. Kudurun.

Türkiye’de Vaziyet Nasıl?

Türkiye’de vaziyet maalesef belli değil. Sürekli bir liberalleşme eğilimleri var. Her şey özelleştirilmeye çalışılıyor. Daha doğrusu bu tüm partilerin tüzüğünde yazar.İnanmayan açsın parti tüzüklerini okusun, hepsi liberalizmi cayır cayır savunuyor.

Ama ne zaman ki iktidara geliniyor bazı kamu kurumlarını satamıyorlar. Çünkü satılmaması lazım. Yani o sektörün özel sektöre bırakılması siyasetçinin işine gelmiyor. Mesela bir hükümetin emeklilik sistemini özelleştirdiğini düşünsenize, muhtemelen süreç erken seçim ve iktidarın kaybedilmesi ile sonuçlanır.

Yani özetle Türkiye’de partiler tüzüklerine uymaz.

Ama ne karma ekonomi modeli, ne liberal ekonomi ne de sosyalist ekonomi modelini uygular. Ortaya karışık liberalizm çakması, yamalı bir model vardır ki zaten bu modelde her gün yamalar ayrı bir yerinden patlak verir.

Ciddi bir seçim sorunu ve kararlılık problemi yaşarsınız. Mesela devlet batının da baskısı ile deregülasyon politikaları adı altında tüm piyasadan elini eteğini çeker. Bu takdirde ise ortalık tekelci firmalara ya da mafyacılara kalır. İspark çıkmadan önce İstanbul otoparklarının durumunu biliyorsunuz.

İşte bu noktada yapılacak ilk iş ülkeyi yönetenlerin devletin piyasada ve gerçek hayattaki rolünü tespit etmesidir.

yatirimkurusu

10 yıldır finans sektöründe denetçi, İngilizce biliyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
error: İçeriklerin kopyalanması engellenmiştir.