Ekonomi

Türkiye Tarımda Neler Yapmalı ?

Evet kıymetli okuyucularım. Uzun soluklu tarım sektörü yazı dizimin son yazısına geldik. Konumuz Türkiye tarımda neler yapmalı meselesi. Muhtemelen bu yazıdan sonra kafama taş yağacak, “gomünüz gomünüz gonuşma la” gibi oldukça insanlık dolu sevgi mesajları alacağım ama en verimli sistemi anlatayım ben, tercih ilgililerine kalır.

Napıcaz Be Kâmil ?

Dünyanın gıda sorununu düşünürken ahan da böyle oluyorum.

Yazıya giriş yapmadan evvel tüm tarım serisinde de altını çizerek belirttiğim üzere tüm kurgu tarım sektörünün stratejik bir sektör olduğu noktasından hareketle yapılmıştır. Şayet tarım sektörünün stratejik olmadığını, ekonomide faaliyet gösteren diğer sektörlerden bir farkının olmadığını düşünüyorsanız yazının kalanını okumayın.

Ülkemizin efsane sanat eserlerinden birisi olan Gemide filminin aklımıza kazınmış bu repliği ve Erkan Can’ın o muhteşem oyunculuğu bu sahneyi her izlediğimde beni de sıkıntıya sokar ve bir cıgara da ben yakarım. Şimdi cıgaranızı yakın ve gelin napıcaz onu konuşalım şimdi.

Farkındalık: Tarım Sektörü – Tarıma Dayalı Endüstriler

Şimdi burada farkında olmanız gereken meselelerden birisi bu. Tarım sektörü dediğimiz doğrudan doğal kaynakların kullanılarak et, süt, bitki, yumurta, balık, orman ürünü üretimi ve ürünlerin depolanmasıdır. Tarıma dayalı endüstri ise mandıracılık ile başlar, salça üretimi de buna dahildir, muzlu gofret üretimi de, un da, makarna, zeytin ezmesi de zeytin yağı da ekmek de…devam eder gider.

Burada bunları ayırmamızın temel nedeni planlamanın bu çerçevede yapılacak olması.

Yoksa şunu unutmamak gerekiyor. Tarıma dayalı endüstri dediğiniz sürecin tamamının çıkış sebebi sizin bozulmaya yatkın olan tarım hammaddelerinizin depolanma ömrünü arttırmaktır. Yani tabi endüstriyel gıda ürünlerinin tadı da güzel, çeşitlilik filan da yaratılıyor lakin tarıma dayalı endüstride ana hedef tarım hammaddesinin yaşam vadesini uzatıp daha tüketilebilir bir hale getirmek. Özetle bu ikisinin arasındaki farkı bilin, planlamada da detaylı kullanın, ancak mevcut durumda bu ikisini ayırmak pek mümkün değildir.

Aslında içinde bulunduğum finans sektörünün tamamı ve çalıştığım kurum da dahil tarım sektörünü bir bütün halinde değerlendirir. Biz tabi burada farkındalığı arttırmak ve plan yapmak için önce ayırdık. Şimdi ilerleyen zamanda bunu birleştireceğiz. Bunun bir adını koyalım.

Vaziyeti Tahlil

Birçok yazımda en iyi politikanın teorik olarak tek bir ideolojiye dayalı olamayacağı, dünyanın en iyi iktisat politikasının içinde yaşanılan toplumun demografisi, sektörlerin mevcut yapısı ve sermaye/teknoloji durumuna göre oluşturulan politika olduğunu belirtmiştim. Gelin ülkemiz tarım işletmelerine bakalım. Bu konuda en güncel çalışma 2016 tarihli TÜİK tarımsal işletme yapı çalışması.

Bu çalışmaya göre toplam tarımsal işletmelerin yalnızca %5,3’ü sadece büyükbaş ya da küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır. Bu kısımdan aslında neden eti pahalı yediğimizi anlayabilirsiniz. Çünkü üreticilerimiz arasında hayvancılık yapan sayısı çok az.

Tarımsal işletmelerin %80’i 100 dönümden küçük bir araziyi işliyor. Bu işletmelerin tasarrufunda bulundurduğu arazi ise toplam arazinin %29,1’ini oluşturuyor. Yani aslında doğal eğilime baktığımızda tarımsal işletmelerin %20’sinin toplam mevcutta işlenen arazinin %70’ini işlediği bir durum mevcut. Baktığınızda sermaye birikimi ve ticarileşme ile ölçek ekonomisine geçiş anlamında belirli bir aşama kaydedilmiş durumda. Ancak bazı şeyler için geç demiştik, burası için de öyle. Bu duruma takriben bir 40-45 sene önce gelinmesi gerekiyordu.

Büyükbaş hayvanı (sığır ve manda) olan tarımsal işletmelerin, büyükbaş hayvan sayısına göre işletme büyüklüğü grubu incelendiğinde, işletmeler %44,5 ile 1-4 baş hayvanı olan işletme büyüklüğü grubunda, hayvan sayısı ise %24,8 ile 20-49 baş hayvanı olan işletme büyüklüğü grubunda yoğunlaşmaktadır.

Küçükbaş hayvanı (koyun ve keçi) olan tarımsal işletmelerin, küçükbaş hayvan sayısına göre işletme büyüklüğü grubuna bakıldığında, işletmeler %28,5 ile 50-149 baş hayvanı olan işletme büyüklüğü grubunda, hayvan sayısı ise %36,3 ile 300+ baş hayvanı olan işletme büyüklüğü grubunda yoğunlaştığı belirlenmiştir.

Aslında bu pencereden baktığınızda kooperatifçilik bu ülke için şartoğlu şart sen neyine itiraz ediyorsun diyeceksiniz.

Gel Otur Bi’ Soluklan Hele Kurban Olduğum

Şimdi bana sinirlerinizi önce aldırın ve bir soluklanın, gelin hele….

Aslında gerçekten işletmelerimiz sayıca çok, küçük küçük ve bu adamlar bir kooperatif olarak hareket etse hem satıcı fiyatını belirlemede monopol olurlar hem de toplu alım satımın fiyat avantajı ile maliyet düşürür, bölgesel olarak ortak makine kullanımına kadar bir süreç gider. Günün sonunda kağıt üstünde kooperatifçilik kavramından çiftçi kesimi ciddi faydalanır.

Ancak bu durum ülkemizde istisnai olarak gerçekleşen uzun ömürlü, kararlı ve güçlü bir kooperatif yönetimi mevcudiyeti ile mümkün olabilmektedir. Çoğu kooperatifin gerek yönetimde devamlılık gerekse de kararlı yapısını koruyamadığını görmekteyiz.

Hepsinden öte kooperatifçilik kavramı aslında ölçek ekonomisi kavramından doğsa da üreticinin kendisinde ölçek ekonomisi yaşanmadığı için uygulaması ve sürdürülebilmesi güçtür. Bu sebepten yukarıda ısrarla baskın ve uzun ömürlü yönetim kavramından bahsettim. Ancak kooperatiflerin yönetimi seçimle olduğu ve bir şirket yönetimine göre aşırı demokrasi olduğu için bu baskınlık zor yaşanıyor.

Bu aşamaya kadar saydığım istisnai pandemi gibi küresel felaketler, global iklimin kötüye gidişi, tedarik zinciri riski, çok kutuplu dünya düzeni olmasa da kooperatifçilik için içinde bulunduğumuz noktadan hareketle zaten gerçekleştirilmesi güç diyebiliriz. Ancak biraz daha sizleri ikna etmeye çalışalım.

Artık Çok Geç

Öncelikle ciddi şekilde Atatürkçü olsam da Atatürk’ün tarım sektörü için vakti zamanında önermiş olduğu kooperatifçilk yaklaşımının günümüz koşullarında uygulanması için çok geç olduğunu düşünüyorum. Ülkenin kuruluş sürecinde bu politika iş yapabilirdi, ancak vakit biraz geçti görünüyor. Artık tarımın kooperatifçilikle kurtarılabileceği o evreyi çoktan geçtik. Atatürk’ü çok seviyorum, ancak onun kooperatifçilik kavramını bu güne kadar uygulamadığımız için şu saatten sonra uygulasan da fayda etmez. Çünkü tarımın artık zincirin içerisindeki yeri tamamen değişti. O dönem sermaye birikim ve yerli sermaye oluşturma maksadı için bir araç olan tarım sektörü günümüzde stratejik bir sektör haline gelmiş vaziyette.

Halkın demografik yapısı ve dağılımı da eskisi gibi değil. Şu an medyan yaşı 31 olan ve yaşlanmaya devam eden, kırsal nüfus oranının %7 olduğu bir ülkede zaten aile ekonomisine/küçük işletmelere dayalı bir tarım modelini sürdürmek mümkün değil. Çünkü kırsalda bu kadar tabana yaygın bir çiftçilik faaliyeti de yok. Bunu kırsal nüfus oranının düşüklüğünden anlayabiliyoruz. Eğer ortada tabana yaygın olacak şekilde bir aile işletmesi/küçük işletme modeli yok ise zaten kooperatifçilik kavramı tamamen ortadan kalkıyor. Çünkü kooperatifçilik kavramı küçük işletmelerin ölçek ekonomisinden faydalanması doğrultusunda kurgulanan bir sistem olup tarımda makineleşmenin hızlanması, verimin arttırılması ve nihayetinde gereksiz makine kullanımının azaltılması maksadıyla kurgulanmıştır. Bununla birlikte kooperatifçilik sistemi liberal politikalara uygun olup çiftçilerin piyasada en büyük ilaç/makine/gübre alıcısı olmasını sağlarken çiftçilerin piyasaya en büyük satıcı olmasını da sağlayarak tekelleşmesini de sağlar ki istenilen piyasa yapısı tarım sektöründe bu olmalıydı. Ancak dediğim gibi mevcut nüfus dağılımı ve kırsal nüfus oranı ile bu politikanın bize uygun olmadığı açıkça görülebiliyor.

Bu sebeple Türkiye tarımda neler yapmalı sorunuzun cevabı olarak toptan bir politika değişikliği ile işe başlamalı diyor ve önerilerimizi sıralıyoruz.

Toplaşın Sovyet Tarzı Planlama Yapıyoruz

Şimdi bilmeyenler için anlatalım. Sovyet tarzı planlama üstün mühendislik becerisi, sağlam bir hesaplama ve bu doğrultuda oluşturulan tahminin gücü ve net şekilde yönlendirici politika oluşturucu şekilde hazırlanmıştır. Buna rağmen bu planların tutmamasına istinaden minimum ve maksimum alternatif planlara da sahip olan bir planlama tarzı vardır. Bunu Ruslar glasnost/opennes/açıklık olarak ifade eder. Bir ana planlamaya çok farklı sayıda senaryo üretilir.

Günümüzde gelmiş olduğumuz noktada tahmin sistemlerinde hele ki regresyon yöntemleriyle oldukça makul sonuçlar elde edilse de planlamanın ve proforma hazırlanan her senaryonun başta yön göstermek maksatlı hazırlandığını daha sonra olası risklere güvenlik seti çekmek maksatlı olduğunu unutmayalım. Tabi bu başlangıç aşaması için. Belirli bir süre sonra planların tamamı tutacaktır. Planların tutacağının kesin olduğu aşamada kritik olan maliyet süreci olacaktır.

Bu aşamada ülkemiz tarım ve tarıma dayalı endüstrilerini göz önüne alarak basit şekilde üç farklı aşama için planlama yapacağız. Bununla birlikte planımızın yalnızca tarım sektörünü içerdiğini, tarıma dayalı endüstrileri içermediğini, devlet kanalıyla tarıma dayalı herhangi bir endüstriyel ürün üretimi gerçekleştirilmeyeceğini belirtelim. Merkez planlama sisteminin belirli sınırlarının olabileceğini bilecek kadar okumuşluğumuz var şükür.

  1. Aşama: Geçiş Planı Aşaması
  2. Aşama: Doğru Sonuçlu Planlamaya Geçiş Planı Aşaması
  3. Aşama: %100 Planlama Aşaması

Planı Kim, Nerede, Nasıl Uygulayacak ?

Keynesi seviyorum demiş miydim :). Valla kimse kusura bakmasın tarım sektöründe piyasa ekonomisini bırakın babamı (peder iyi bir piyasa ekonomisi savunucusudur, ona da selam olsun), Müslüm baba savunsa lan hepsini geç Keynesçiler savunsa onlara da karşıyım.

Tarım sektörü gibi kritik ve stratejik bir sektörü kesinlikle piyasa kucağına bırakamayız. Bu süreci tamamen devlet çiftlikleri eliyle gerçekleştireceğiz. Bu bahsettiğim Sovyetlerin uyguladığı kolhoz ( toprağın mülkiyetinin çiftçiye kiraya verilmesi) sistemi asla değil, yanından dahi geçmiyor. Sovhoz ise hiç değil, çünkü tarım sanayiine girmiyoruz. Şimdi Sovyet tarzı planlama deyince milletin aklına direk kolhoz ve sovhoz sistemi gelir ama Sovyetlerin hatası da kolhoz yönteminde çiftçiye aşırı güvenmek ve sovhozlarla tarım sanayiine girmek idi.

Tabi bir Çin kıtlığı yaşanmadı Sovyetlerde ama kolhoz modelinde özellikle çiftçi kitlesine aşırı güvenilmesi, yine kolhoz müdürlerinin uçup kaçması ile fake üretim verileri, sovhoz da ise daha hammadde temin edilmeden ve bu hammaddenin geleceği kesinleşmeden buradaki fiktif verilere güvenilerek tarımsal endüstriye geçilmeye çalışılması, Sovyet tarım modelinin çökmesinin ana sebeplerindendir.

Planın kim tarafından, nerede ve nasıl uygulanacağına ilişkin öncelikli olan hangi ürünlerden üretileceği kararı. Şahsi fikrim lüks tüketim sınıfına giren ve başlangıç aşamasında stratejik önem ihtiva etmeyen meyve ve sebze üretimi doğrudan pazar ekonomisine bırakılmalıdır. Bunun yanında tabii ki meyve ve sebze üretimi tamamen serbest bırakılmamalı, mevcut uygulanmakta olan DGD sistemi burada ürün ve üretim yeri bazında dikkatlice seçilerek uygulanmalı, meyve ve sebze üretimindeki kaynak israfına da son verilmelidir. Örneğin altın çilek gibi topluma hiçbir katkısı olmayan ürünlere DGD şu an verilmediği gibi bu sistemde de verilmemelidir. Bununla birlikte devlet tarafından meyve, sebze v.b. halkın diyeti için önem arz eden ürünler için teşvik programı bilahare devam ettirilmelidir.

Hangi Ürünler Stratejik ?

Gelelim devletin bizzat kendi çiftliklerinde üretim yapacağı ürün grubuna. İstisnai durumlardaki diyet listesi de göz önüne alınarak stratejik ürün olarak nitelediğim bitkisel ürünler buğday, arpa, çavdar, şeker pancarı, nohut, kırmızı mercimek, mısır, soya fasulyesi, kanola, ayçiçeği şeklinde. Bunun dışında et, süt, tavuk ve yumurta üretiminin tamamı stratejik nitelikte. Bunları ithal edelim gibi bir düşünce toplum olarak bizi gıda güvenliği noktasında ciddi şekilde zorlayacaktır. Bu sebeple küçükbaş hayvan, tavuk eti ve yumurta tavukçuluğu tamamen devlet eliyle yürütülmesi gereken ürünler. Bir de başlangıç aşaması için tavşan eti işletmesinin devlet eliyle yürütülmesinin (bugüne kadar konuşulmaması ve uygulanmaması bir garabet benim için) stratejik olduğu kanaatindeyim. Müslüman nüfusun ağırlıklı olduğu bir ülke olmamız ve domuz eti yenmiyor olması nedeniyle domuz yetiştiriciliği kısmına girmiyorum. Ancak gerek doğumda batın adedi gerekse de et üretimindeki verimliliği nedeniyle tavşanı yurtdışındaki domuz üretimi ile ikame edebiliriz.

Buraya küçükbaş hayvan yazıp büyükbaş hayvan yazmamamın nedeni ülkede büyükbaş hayvan üretimini tamamen kaynak israfı olarak görmemden kaynaklanıyor. Hayvancılık meralarda yapılması gereken bir faaliyet. Bunun sebebi meracılığın hem stratejik ürün ihtiyacını azaltması hem de maliyeti düşürmesi. Ancak ülkemiz meralarının ot yapısı kısa ve sert. Bu büyükbaş hayvanların ağız yapısına uygun değil. Ülkemiz meralarının özellikle iç anadolu ve doğu anadolu bölgesindekilerin yapısını incelediğimizde küçükbaş hayvancılık için daha uygun olduğunu görüyoruz. Tabi her ne kadar büyükbaş karkas verimi %55-60 arası, küçükbaş karkas verimi %45-50 arasında olsa da (görece karkastan alınan et oranı büyükbaşta daha fazladır.) meracılık kısmının hayvancılık için oldukça önemli olduğu noktasından hareketle küçükbaş hayvancılığın daha ön plana çekilmesi taraftarıyım. Hatta küçükbaş hayvanlar içerisinde koyundan daha ziyade keçiye teşvikin daha fazla verilmesi bizim meralardan faydalanma oranımızı arttırıyor. Malumunuz olduğu üzere ülkemiz iklimi tam bir Akdeniz iklimi. Keçilerin gerek ağız yapısı gerekse de tükettiği otların skalasının geniş olması yokluk dönemlerinde bu hayvanın daha faydalı olmasını sağlıyor. Günümüzde gelmiş olduğumuz noktada geçmiş dönemlerde keçi yetiştirciliği ve besiciliği faaliyetlerine ilişkin çok şey söylerim. Ancak pas geçiyorum. Fakat ısrarla niye keçi üretimi üzerine odaklanmamız gerektiğini anlamışsınızdır sanırım.

Bu Planlar Ne İşe Yarayacak ?

Henry Kissenger’ın veciz sözüyle başlayalım “Petrolü kontrol edersen ulusları, tarımı kontrol edersen insanları kontrol edersin”.

Bakın buradan ülke yönetimindeki politikacılara da sesleniyorum, abiler yapmayın etmeyin, günün sonunda hepimiz kârlı çıkacağız. Bir kere siz mevcut enflasyon sorunumuzun başat aktörü olan gıda enflasyonu sorununu çözüp halkımızın karşısına aslanlar gibi çıkacaksınız. Ayrıca gıda fiyatları üzerindeki fiyat belirleyici gücünüz, mevcut gücünüze güç katacak. Dış politikada gıda güvenliği gerekçeli tedarik sorununa kökten çözüm bulup elin heriflerine boyun bükmeyecek, bilakis bu gücü bir zaman sonra nüfuz alanını arttırmak maksatlı dahi kullanabileceksiniz.

Devlet gereksiz tarımsal hammadde ihracı ve bunun popüler markalar basılıp işlenmesi ile tekrar ithalinden kurtulacak, yani bizim iktisatçılarca vasıfsız/kalitesiz ithalat olarak nitelendirdiğimiz ithalat yükünden kurtulacak. Halk olarak biz gıda enflasyonu denen illetten yırtacağız.

Çiftçilerimiz ise her sene ne ekeceğim diye düşünmekten kurtulacak, hepsi işçi olacak, maaşına bakacak.

Biz iktisatçılar tarım sektöründe ölçek ekonomisinin, verimliliğinin ve planlamanın doruklarına ulaşıp bazılarımız zevkten ölecek.

Zaten kaynağın kısıtlı olduğu bir ülkede dünyanın faizini ödeyerek temin ettiğimiz üstüne bir de kur riskine katlandığımız yabancı kaynaklar nereye aktarılmış diye sormaya gerek kalmayacak.

Yıllardır sübvansiyonlu tarım kredileri veriyoruz, hepsi çiftçiler tarafından amacına uygun bir şekilde kullanılsa dahi kaynak israfı olabiliyor. Nasıl ? Adam gidiyor süs bitkisi üretimi yapıyor, ya canına yandığımın, gıda güvenliği diyorum sen gidip bana sübvansiyonlu kredi çekip japon çamı dikiyorsun, yetiştiriyorsun. Allahın kitabın aşkına burada gerçekten konumuz dışardan ya da fark etmez ya devletin bizzat kendi kaynağından aldığı parayı hiçbir kritikliği olmayan, kimsenin umursamadığı japon çamı üretmek mi? Bu mudur iktisat? Nerede kıt kaynak nerede optimum fayda. Hoş burada bahsettiğim kaynak israfı konusu piyasa ekonomisinin merkezi planlamaya dayalı ekonomik modele göre en büyük dezavantajı zaten. Buradan artık değere yürürüz ama gerek yok.

Ülkedeki çiftçilerin küçük küçük bir çok parçadan oluştuğunu düşünürseniz hepsinin kaynak israfını daha ne kadar kontrol edeceğiz? Hayır bu kaynak israfının kontrolü de masrafsız olsa neyse, bir çok personel, vakit ve teknoloji yatırımı istiyor. O bile ekstra yük.

Aşamaların Zamansal Ayrışımı ve Detayları

Gelelim yarın itibariyle geçmemiz gerektiğini söylediğim 1. Aşama ne zaman başlayacak ne zaman bitecek meselesine.

1.Aşama geçiş planı aşaması planlar arasında en kritik olanı. Bunun en büyük sebebi en fazla muhalefetin karşılaşılaşılacağı ve planın kati suretle arkasında durularak uygulanması gereken vakit. Bu sürecin bir diğer önemi ise piyasa ekonomisinden merkezi planlamaya geçiş aşaması içermesi ve bu değişimin piyasada yaratacağı ciddi sorunlar, bu sektörde mevcut olarak faaliyet gösteren büyük üreticilerin lobilerinin eylemleri ve politik olarak karşılaşılacak baskılar. Bu başka bir yazının konusu, burayı çok gereksiz uzatacak.

Bir de çok güçlü bir politik güce ihtiyaç var. Detayına yer vermediğim iç politik kayıplar yanında politikanın altına imza atan herkes dünya piyasasının maliyetinin üstünde üretim yapmamız ancak tarıma dayalı endüstrinin ülkede varlığını sürdürebilmesi için dünya piyasası fiyatından sattığı ürünlerin oluşturduğu kamu zararı nedeniyle görevi kötüye kullanma suçuyla karşılaşabilecek ve sonuçlarına katlanabilecek aslanlardan oluşmalıdır.

1.aşamada devletin yapması gereken birinci planlama bir acil durum planı. Bildiğiniz üzere pandemi sırasında kimse kimseden mal alamadı. Olası bir pandemi ya da savaş sırasında ülkedeki her bir vatandaşın sağlıklı bir diyetle 1 sene boyunca beslenebileceği üretimi yapmamız gerekiyor.

Bu hesabı yaptıktan sonra bunu bir kenara yazıyoruz, hedef bu değil, bu acil kriz dönemlerinde stokta tutman gereken ürün miktarını gösteren bir unsur. Acil durum stoku gibi düşünebilirsiniz. Burada hesaplamanın zorluğu diyetlerin çeşitliliğinden gelse de somut bir tutar koymak adına belirli uzun ömürlü ürünlerin fazla olduğu (peksimet gibi) ürünlere yer vermenin faydalı olacağı kanaatindeyim. Bununla alakalı devletin acil durumlarda müdahale birimleri (başta askeri kanat olmak üzere) ile irtibat şart. Veri ordan gelecek.

Peki devlet ortalama üretim miktarını nasıl hesaplamalı ? Burada birinci öncelik gıda güvenliği alt sınırı dediğimiz minimum bir senelik kapanmada ihtiyaç olacak olan diyete göre hazırlanan ürün grubudur. Bunun hemen akabinde piyasada tarıma dayalı endüstrilerde faaliyet gösteren ve yukarıda saydığımız stratejik ürünlerden beslenen sektörün ihracat rakamlarına konu olanlarda dahil üretim müdürlerinden geçen dönemki imalatlarında ne kadar kullandıklarını, bu sene ne kadar bir imalat yapmalarını beklediklerini ve ne kadarlık tarım ürününe ihtiyaçlarının bulunduğunu öğrenip bunu ekliyoruz.

Söz konusu ürünlerin üretimi için (halihazırda yani 1. aşamada açıkta üretime devam ediyor olduğumuzdan) en uygun alanları seçip bu alanları satın alıp çiftliklerimizi kuruyoruz. Çiftlikler ölçek ekonomisinden faydalanabilmek maksatlı olarak olabildiğince büyük inşa edilmeli. Dediğim gibi zaten başlangıç aşamasında yatırım maliyeti oldukça yüksek olacağından ve bu durumda ciddi tepki çekeceğinden en düşük maliyete ulaşılmaya gayret edilmesi önemli. Gıda güvenliği meselesinin ehemmiyeti nedeniyle ürünlerin tamamında yerli tohumların kullanılması önemli. Burada devlet bir süre sonra yerli tohum üretimini tekeline almak zorunda. Ya da yalnızca yerli firmalardan tohum alımına yönlenilebilir. Hoş bu konuda da fikrim tohumu bizzat devletin kendisinin üretmesi yönünde. Çünkü global tohum pazarını üç firma feci şekilde egale etmiş durumda. Bu firmalar Monsanto, DuPont- Pioneer ve Syngenta. Bunların içerisinde herhangi bir Türk firması yok. Aslında tohum meselesinin bir mit haline gelmesinin sebebi de bu. Yani tarımın millileşmesi kapsamında yapacağınız merkezi planlı kapsamlı üretimde tohum üretimine de yer vermezseniz bu sefer şöyle komik bir durum ortaya çıkacak: evet biz olduk, gıda güvenliğimizi %100 sağladık, tüm malı içerde üretiyoruz ancak malı içerde üretmemizi sağlayan tohumu dışardan temin ediyoruz. Gördüğünüz gibi son derece komik, bana göre komik, siz gülmeyin.

Zaten tohum üretimi dediğimiz kavram da tipik bir bitkisel tarım üretimi olduğundan (tabii ki ar-ge çalışmalarından bahsetmiyorum, işin nitelikli kısmının orası olduğunu herkes biliyor) mevcut işletmeler içerisine dahil edilebilir.

1. aşama tarım üretimi mevcut topraklar üzerinde yapılamayana kadar devam ediyor. 2. aşama için de yine devlet üretimi zorunlu olmakla birlikte burada süreç çok daha karmaşık, insansız ve enerjiye bağımlı. Aslında 2. aşama dediğimiz süreç tarım ürünlerinin kamu malı niteliğini tam olarak kazandığı bir aşama. Buranın planlamasını o günler geldiğinde (umarım ben ve evlatlarım o günleri görmeyiz) tekrar yazarız.

3. aşama olarak belirttiğim %100 planlama aşaması ise bilim kurgu filmleri tarzı bir süreci kurguluyor. 2. aşamanın da tamamlanmasıyla yani tarım ürünlerinin erişimlerinin iyice maliyetli hale gelmesi münasebetiyle kişilerin diyetlerinin tamamının kamu tarafından belirlendiği bir kurgu dünyası. Burada diyetlerin tamamının insanların günlük kalori ihtiyaçlarına istinaden kamu tarafından belirlenmesi ve bu diyete uyma zorunluluğu ile üretiminde kamu tarafından tamamlanarak insanların gıda meselesinin hayatlarından sorun olmaktan çıkarıldığı bir süreçten bahsediyorum. Burası tam bir kurgu dünyası olduğundan ve benimle ciddi dalga geçileceğinden yazmıyorum. Sonra kendimizi sağda solda görmeyelim.

Plan Tutmazsa Napıcaz ?

Başlıktaki soru günümüzde “gıda tedariğinde herhangi bir noksanlık yaşarsak napacağız” sorusunun bir değişik versiyonu olup gıda güvenliği nedir sorusunun da cevabıdır aslında. Hoş benim yapmış olduğum planın belirli bir aşamadan sonra yani tarımı toprağın altına aldıktan sonra tutmama olasılığı yok.

Bir çok yerde okumuşsunuzdur. Tarım sektörü kendi dinamikleri olan kendine özgü bir ekosistemdir diye. Bunun sebebi tarımın mevsimsel değişikliklere çok hassas olması ve bu güne kadar bu mevsimsel değişiklikleri hesaplayabilen çıkmadı. Dolayısıyla tarım sektöründe dönemsel olarak dalgalanma hasat aşamasında çok olur.

Ancak iklim krizi nedeniyle iklim kavramını kendimiz yaratmak zorunda kalacağımız günlerde emin olun sorunumuz planın tutmamasından çok daha fazlası (maliyet maliyet maliyet) olacak. Tabi öyle bir döneme hiç plansız girmektense tutmamış bir planla girmek sanırım herkes için daha yeğ.

Plan tutmazsa alternatif bir tedarikçi listesi de hazırlamak elzem. Keza 1. aşama olarak nitelendirdiğimiz süreç için bu durum oldukça kritik. Plan tutmazsa napıcaz? Halihazırda uygulanmakta olan ve çoğu zaman çiftçinin belini büken ithalat vergisinin sene başında yüksek alınması ve sene sonuna doğru bu vergilerin düşürülerek tarım açığının kapatılması sistemini uygulayacağız. Günümüzde bu durum çiftçinin belini büküyor, çünkü çiftçiler hasadını yapıyor, alım fiyatları açıklanıyor, ancak daha alıma başlanmadan evvel devlet piyasada ortaya çıkan üretim açığı nedeniyle (ülkemizde tarıma dayalı endüstri tarafından ihraç faaliyeti yoğun miktarda gerçekleştirilmektedir, ihtiyacın kaynağı da bundan kaynaklanıyor) ithalat vergilerini sıfırlıyor. Bizim kendi çiftçimiz dünya standartlarında bir maliyette üretim gerçekleştiremediğinden -ki mevcut işletme yapısıyla bu mümkün değildir- maliyetinin altında satış yapmak zorunda kalıyor. Hatta bu senaryo özellikle stratejik tarım ürünlerinde neredeyse her sene yaşanır, gazetelerden okumuşsunuzdur muhakkak. Burada işi sorun olmaktan çıkaran toplum tepksinin olmayacak olması. Kamu faydası düşünülmesi ve üreticinin kamu olması, plana kamunun ürettiği ürünlerde yetersizlik olması nedeniyle başlanılacağından burada sorun teşkil etmeyecektir. Devlet kendi uyguladığı politikadan şikayet edecek hali yok tabi.

Özet Geç, Uzatma

Özet geçci ekip için konuyu algoritmik yazalım. Tarım endüstrisinin hammaddesini oluşturan tarım ürünlerinin dünya genel fiyatına yakın bir maliyetle üretilmesi ülkemiz çiftçi yapısı nedeniyle mümkün değildir. Öte yandan tarım ülke için ciddi bir güvenlik meselesidir ve dış politikalarımızı etkilemektedir. Böyle kritik bir sektörü piyasa ekonomisine bırakmak ülkeyi zor sokacağından, halihazırda mevcut üreticilerin de üretimi verimsiz olduğundan, mevcut üretim desenini değiştirmek ülkenin demografik yapısı itibarıyla mümkün olmadığından, tarım sektörünün iklim krizi nedeniyle bir süre sonra mevcutta yapılan şekilde yapılamayacak olmasından ve nihayetinde tarım üretiminin toprağın altına alınacak olmasından dolayı üretimin devlet tarafından yapılması gerektiğini gerekçeleriyle, detay planlamalarıyla açıkladığım bir yazı. Esen kalın.

yatirimkurusu

10 yıldır finans sektöründe denetçi, İngilizce biliyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
error: İçeriklerin kopyalanması engellenmiştir.