Politika

Global Ekonomi Politik Üzerine

Efenim cümleten selamlar. Biliyorsunuz normalde bu platforma yazdığım yazılar genelde uzun ömürlü ve bilgi verme amaçlıdır. Ancak bu yazımda bundan biraz sapıp köşe yazısı niteliğinde bir yazı hazırladım. 

Not: Okumakta olduğunuz yazı ciddi şekilde politik ve iktisadi kurgu içermekte olup gerçekten yatırım tavsiyesi içermez. Tahminler tutmaması için yapılır. Maksat yön tespit etmek ve karar ağacı çizmektir.

Ekonomi Politik Üzerine

İktisat bilimi varsayımlarında hep politikayı yani siyasi ortamı hariç tutar. Ben tahminlerimde hep buna yer verir ona göre hareket ederim.

Sizlere de naçizane tavsiyem bir iktisadi unsuru yorumlayacaksanız her daim içinde bulunulan global ve yerel iktisadi ve politik kurguyu doğru yerleştirmeniz. Bu ikisi sizlerin tahminlerinin ve tahmininizin alternatifinin daha doğru oranda tutmasına yol açar.

Ben bu yazı özelinde böyle yapacağım.

Ekonomi Politiğe İlişkin Bazı Tecrübeler

Biliyorsunuz dünyanın ekonomi politiğinin kendi içinde bir dengesi var. Şartlara göre ekonomi politikaları dış politikalara şekil verirken şartlara göre dış politika ekonomi politikasına şekil verir. Bu eğilim eğer ekonomi tarafına ağır basarsa anlayın ki yani ekonomi tarafı politiğe şekil veriyorsa uzun bir ufukta savaş var ancak oldukça uzak. Altyapısı geliyor. Ancak dış politika iktisadi politikaya şekil veriyor ise anlayın ki yakın gelecekte bir savaş ya da ciddi bir gerginlik olacak.

Hatta biraz daha cesurca yazacak olursam geçici barış dönemlerinde liberal iktisadın hakim olduğu, gücün belirli bir noktada kümelendiği bir dünya düzeninden bahsederiz. Ancak tam tersine savaş dönemlerinde gücün dağıldığı, iddia sahibinin çok olduğu ve ekonomilerin bu durumdan etkilenerek içe kapanmaya başladığı dönemlerden bahsederiz.

Geçici barış dememin sebebi barış kavramının gerçek manada geçici olmasıdır. Dünyada yaklaşık 205 ülke vardır ve bu ülkelerin tamamının irili ufaklı bölgesel/genel emperyal hedefleri vardır. Emperyal hedeflerin olduğu yerlerde her daim güç çatışması olur. Dünya böyle bir yer olduğundan mütevellit lütfen etrafınızdaki barış güvercinlerini kışlayın.

Bu yazıyı yazdığım tarihte yani 2022 senesinin temmuz ayında dış politikanın ekonomi politikaları üzerinde etkili olduğunu görüyoruz. Günün sonunda ABD’nin DXY (dolar endeksi) ile diğer ülkeleri terbiye etmeye çalışarak yanına çekmeye çalıştığını, Rusya’nın ise enerji kaynaklarıyla ülkeleri terbiye ettiğini, Çin’in ise hem alacaklarıyla hem de iktisadi nüfuzları ile terbiye etmeye çalıştığını görüyoruz. Şu an merkez güçler periferileri ellerindeki en güçlü unsurları kullanarak kendi etrafında kümelemeye çalışıyor. İlerleyen zamanda bakalım ne olacak deyip geçmişe doğru kısa bir yolculuğa çıkıyoruz.

Dünya Ekonomi Politik Geçmişine Kısa Bir Bakış

Efenim biliyorsunuz 1945’te 2. Dünya savaşı oldu. Bu savaş sonucunda dünya iktisadında bretton woods sistemi öne çıktı. Politikasında ise çift kutuplu (Rus -ABD) politik sistemine geçildi.

1970’e kadar devam eden ve dengede gözüken süreç ABD’nin gereksiz rus korkusu ile sağda solda açtığı savaşlar ve değer kaybeden dolar nedeniyle bozuldu ve bu tarihte bir petrol krizi patlak verdi.

1970’lerde yaşanan petrol krizi ile dünyada bazı şeyler değişti. Önce global olarak enflasyon yükseldi, daha sonra bretton woods terk edildi, hemen akabinde rezerv para sistemine geçildi. Petrol krizi ile ticareti dolara bağlanan dünya ekonomisi 1980 li yıllara kadar geçen sancılı süreci bitirdi.

Aslında 1980li yıllara gelindiğinde çift kutuplu dünya düzeni savaşını ABD’nin kazanacağı belliydi. Çünkü ABD dünya ekonomisini dolara bağlayarak finans sektöründe galip gelmişti. 1991 yılında dağılan SSCB ise malumun ilamı oldu. Çünkü başta Türkiye olmak üzere bir çok ülke ABD’ye bağlı tek kutuplu dünya düzenine geçmişti bile.

İşte 1980 lerde başlayan süreç önce 1998 asya krizi, sonra 2000 Teknoloji balonu, sonra da 2008 krizleri ile sekteye uğradı. 1980 den sonra neo liberal iktisadi akım ve birbiri ile eküri olan tek kutuplu dünya düzeni hatalar verdi.

2008 Krizi ve Sonrası

2008 krizi ile başlayan DXY’nin dip görüşü (70 dip noktasıdır) 2013 lere kadar sürdü. Daha sonra FED’in doları güçlendirme politikası izlemeye başladığını gördük. Bu süreçte ise doların hem dünya ticareti içerisindeki ehemmiyeti azaldı hem de ABD’nin hegamonyasına karşı iki güç oluşmaya başladı. 

Yani modern dünya düzeni kuramına göre yazacak olursak yeni düzenin merkez ülkeleri ABD, Avrupa, Rusya ve Çin oldu. Kalanlar yarı çevre ve çevre ülke olarak şekilleniyor.

ABD’nin hegamonyasına karşı gördüğümüz güçlerden birisi ebedi düşman Rusya ikincisi ise yeni dönemin parlayan çocuğu Çin. Bu iki ülke aynı zamanda iki farklı iktisadi model içeriyor.

Bir tanesi yani Çin kontrollü/devlet kontrollü şirketler kapitalizmi diğeri ise Çin’e nazaran devletin piyasada daha az olduğu ancak politik olarak etkin olduğu Rus kapitalizmi.

Özetle sosyalist sisteme temelden iki farklı yorumu olan Çin ve Rusya kapitalizmin yorumunda bile ayrı düştüler. Oğlum bu kitabı biz de okuyoruz nasıl bu kadar farklı yorumlayabiliyorsunuz yahu. Neyse…

Avrupa’yı merkez ülke olarak belirttik ama henüz ABD’nin karşısına koymuyoruz. Bunun için aşılması gereken uzunca ve çetrefilli nir süreç var. Ancak herkes bir gün iki dev sermaye birikimcisi olan Avrupa ve ABD’nin karşı karşıya geleceğini biliyor. Tabi Avrupa derken Avrupa’da iki tane merkez ülke var. Bunlar Almanya ve Büyük Britanya. Bu iki ülke dışında Fransa tartışılır ancak bence Fransa halen çevre ülke statüsünde. Bu yazıda Avrupa-ABD çatışmasına pek girmek istemiyorum.

Buna ek olarak özellikle bu kısımda belirtmeliyim ki yarı-çevre ülke ile merkez ülke arasında kalan iki tane ülke var. Bunlardan bir tanesi Japonya. Bir tanesi de Hindistan. Şayet Avrupa birliği bir gün dağılacak olursa bu taktirde buradan çıkacak iki tane merkez ülke olacak: Almanya ve İngiltere.

Global Ekonominin Geleceği

Efenim Keynes sever bir iktisatçı olarak mutlulukla bildirmek isterim ki 80′ ve sonraki dönemin çılgın neo liberal çocuklarının dönemi artık sona erdi.

Bunun sebebi hem sistemin sürekli vermiş olduğu hatalar nedeniyle artık tıkanması, para politikası ile ülkenin tüm iktisadını yönetim safsatasının karşılığının kalmadığının anlaşılmasıdır. Çünkü ABD de dahil hiç bir ülke yalnızca para politikası ile hiç bir şeyi yönetememektedir.

Öte yandan gelinen çok kutuplu dünyada içe kapanış yavaş yavaş başlıyor. Şöyle ki dört kutuplu bir dünyadan bahsettik. ABD, Rusya, Çin ve Avrupa dedik. Bu üç (ABD ve AB tek kutup şimdilik henüz kırılmadı) farklı kutup da öncelikle savaşmayı değil iktisadi dışlama ve ekonomik yaptırımları birer politika aracı olarak kullanıyor ki tarihte de askeri savaş zaten hep en son seçenek olmuştur.

Gelinen noktada her bir kutup olası bir savaş halinde en kritik unsurlar olan gıda, su, enerji ve silah tedarikini kendi içinde kendi kendine üretecek aşamaya gelmiştir/gelmeye çalışmaktadır. Zaten neo liberalizmi bitirecek olan nokta esasen budur. Artık ekonomide şiddetli yerelleşme dönemi başlamıştır.

Bununla birlikte yukarıda bahsettiğim kritik sektörlerde devletin sübvanse politikası değil bizzat kendisinin gireceği günleri de göreceğiz.

Öte yandan para politikasının ülke ekonomilerini yönetmekte başarısızlığının kesinleşmesi, yine neo liberal politikaların dünya ekosisteminin içine etmesi, arz yönlü iktisadın tamamen dünya kaynaklarının israfına neden olan bir model olduğunum ortaya çıkması iktisadi denklemlerin değişmesine sebep olmuştur. Artık iktisat denklemlerinde hem devlet girişimleri hem de talep kısmı sürece dahil olmuştur.

İktisat okuluna girip süreci idrak ettikten sonra talep yönlü iktisadın dünya ekosistemine katkısını savunan bir insan olarak bu durumdan ziyadesiyle mutluyum.

Bununla birlikte talep yönlü iktisatta nüfus ve nüfusun demografik yapısının ön plana çıktığını görmekteyiz. Hal böyle olunca nüfus üretim gücüne, üretim gücü ise kaynakları ele geçirmeye zorlamakta. Bu kapsamda ilerleyen zamanda dünya nüfusunda önemli yer edinen özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinin iktisadi manada ön plana çıktığını görecek gibiyiz. Çin’i saydık ama burada Hindistan ı yakından takip etmek gerekiyor.

Yine Keynesyen iktisadın geri dönüşünü kutlarken evrim geçiren keynesyen iktisadın da farkında olmak gerekir. Dış politikayla harmanlanan bu yeni modelde stratejik sektörlerin (ülkesine ve coğrafyasına göre değişmektedir, tek bir reçete aramayın) , kaynakların bakkal gramı hesabıyla talep sahiplerine dağıtılması gerektiğinin, bunun için planlamacı iktisadın yeniden ortaya çıkacağının farkında olunuz.

ABD’nin Halleri

Bu aşamada ABD’nin işinin eskisi gibi kolay olmadığını söyleyelim. Çünkü Rusya bu güne kadar geçen süreçte kendini ciddi manada toparladı, özellikle ABD ve Rusya’nın savaş alanı olan Avrupa da Rusya etkili olmaya başladı. Bunun yegane sebebi de enerji bağımlılığı.

Sizlere dış politikayı incelerken enerji,gıda ve su tedariklerinin önemi ile ticaret hacimlerinin (bu da mal tedarikine girer aslında) belirleyici olduğunu söylemiştim. Bunun için bu unsurların pazarı ya da kaynağı olan ülkelerde nüfuz mücadelesi verildiğinden bahsetmiştim. Hatta bu mücadele o ülkelerin iç politikasına müdaheleye (başta fonlama olmak üzere) kadar gider. 

Hatta dış politikada bu unsurların kullanılarak diğer ülkelerde nüfuz elde edilmeye çalışıldığını, coğrafi olarak avantajlı konuma geçilmeye çalışıldığını izah ettik. Bu saydıklarım hem birer tehdittir hem de birer araçtır. Ülkenize göre değişir.

Esasen ABD enerji tedarikinde kısmen kendine yeten kısmen de orta doğuya bağımlı iken mal tedarikinde feci şekilde Çin’e bağlı. Bununla birlikte gıda tedarikinde ABD’nin herhangi bir sorunu olmadığını söyleyelim. Ancak ABD ‘nin Rusya ya karşı savaş alanı ve savunmasının birinci hattı olan Avrupa’da Rusya ya bağımlı olduğunu unutmamak gerek.

Rusya enerji tedarikinde bağımsız ve Avrupa ülkelerini kendine çekmeye çalışırken gıda tedarikinde ciddi şekilde hem bize,hem Ukrayna’ya hem Çin’e bağlı. Rusya’nın Çine bağımlılığı aynı zamanda Çin ‘in mal tedarik etme gücünde de yatıyor. Bu arada Çin, Rusya’nın en büyük enerji alıcılarından birisi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi basit bir tesadüf, NATO’nun aşırı tehditkar yerleşimi filan değil. Ana unsur Ukrayna ‘nın gıda tedarikindeki kritik rolü. İşgal edilmesi gerekiyordu ve edildi. 

Çin ise tam bir dev ve hem ABD yi hem de Rusya yı yiyebilecek bir güce (özellikle maddi olarak) sahip. Çin’in sahip olduğu nadir elementler, mevcut demografik yapısı ve coğrafi pozisyonu değerlendirildiğinde gerçekten enerji, gıda, su ve mal tedariki konularında diğer hegomon güçlerin tamamından bir adım önde olduğunu görmek lazım. Çin’in halihazırda en büyük sorunu rezerv para ve finansman erişimi konusu ama bunun için mevcut rezerv para cinsinden ciddi manada bir servet birikimi yapmış durumdalar. Yani ona da hazırlar. 

Bu bağlamda bu birbiriyle çarpışan üç dev hem Avrupa’da hem Afrika’da hem de Güneydoğu Asya’da birbirlerine rakipler. Bu 3 devin tamamı tüm güçlerini kullanarak coğrafyadaki küçük ülkeler üzerinde nüfuz elde etmeye, böylece hem savunma hatlarını ileriya taşımaya hem de kritik kaynağı (enerji, gıda, hammadde ve su) olan ülkeleri kontrol etmeye çalışıyorlar. Zaten nüfuz etmenin ya da işgalin ana maksadı budur.

NATO vs. Rus Dövüşü

Bugün geldiğimiz noktada ABD’nin halen NATO kapsamında gerçekleştirdiği coğrafi yerleşimler, Rusya’nın bu ülkelere karşı enerji silahını kullanması ile cevap buluyor. Ruslar NATO nun sınırlarına yanaşmasını istemiyor ve tarihsel olarak kendisine bağlı olan herhangi bir ülke NATO ya girmek istediğinde kılıcını kuşanıp bunun karşısında duruyor. Ukrayna konusunu bu NATO işinden bağımsız onu tekrar belirteyim. Ukrayna savaşını basit bir siper ilerlemesinden ibaret görmek tamamen yanlış.

Buradan anlamanız gereken Rusya ‘nın bu ülkelerde yıllardır nakış nakış işlediği varlığının NATO ile silinecek olması ve Rusya nın tüm nüfuzunu kaybederek tehdidin bir adım daha kendisine yanaşacak olması. Ayrıca Avrupaya gerçekleştirdiği tedarik kanallarının bozulması. Çünkü bu süreçte ABD yi en fazla ürküten unsur yıllardır iş birliği içinde yürüdüğü Avrupalıların içinde çatlak ses çıkması ve hattın delinmesi.

Burada incelenmesi gereken bir ilişki seti de ABD – Avrupa ilişkileri. 2

 Dünya savaşından sonra herkes Avrupa ülkelerinin ABD nin çevre ülkesi olarak politika izlediğini düşünür. Benim bu noktada görüşlerim baya farklı.

2. Dünya savaşında gücünü kaybetmiş Almanya kafasını kaldırmasın ve tekrar ordan bir problem sivrilmesin diye AB kıskacına alındı. Ancak Almanlar bir şekilde bu boktan birliğin içerisinde sivrilmeyi tekrar başardı. 

Şu an AB kavramı Almanya için tamamen bir yükten ibaret. İşleri olmamasına rağmen gidip gevşek Yunanlar’ın boktan tahvillerini alıyorlar, sonra onlara tekrar likit enjekte ediyorlar. Hem de geri ödenmeyeceğini bile bile yapıyorlar bunu. Sadece Yunanistan da değil AB’nin sırtına kambur oluşturan İtalya ve İspanya için de bu saydıklarım yapılıyor.

AB ne kadar sürer, hayatını ne kadar devam ettirir bilmiyorum. Ancak Almanya için AB meselesi bence kapandı. Hem iktisadi olarak hem politik olarak pek ihtiyacı kalmadı.

Özellikle Ukrayna savaşında AB ülkelerinin doğru düzgün Ukrayna ya destek verememesi, enerji olarak Rusya ya ciddi şekilde bağlı olan Almanları delirtmiş olacak ki hemen ordularını genişletme kararı aldılar. 

Almanların kendi iç politikasındaki Rus yanlısı sesler de eminim ABD’yi iyice ürküttü. Çünkü Avrupa temel olarak Alman ve İngiliz ekonomisi çevresinde oluşan, demografisi zayıf sadece parası olan bir coğrafya. 

Alman- Türk Tercihi

Beklenen büyük dövüş ABD-Çin mevzuundan ziyade kısa vadede odaklandığımız Rusya-Nato çarpışması nereye gider bilemem lakin Almanya için bazı şeylerin değişmek zorunda olduğu da açık. Zorlu tercih Almanları bekliyor. Bu noktada Almanların tıpkı Türkler gibi denge politikasını ne kadar sürdürebileceğini gözetlemek gerekiyor. Bu konuda Türkiye’nin eli Almanya’ya göre daha kuvvetli. Çünkü ABD ve AB grubu ile uzun süredir ilişkilerimiz limoni ve birlik kararlarına katılmak zorunda değiliz.

Almanya şayet enerji sorununu çözemezse mevcut politikalarında bir değişikliğe gitmek zorunda. Çünkü Almanya ya da genel manada Avrupa’nın Rusya’ya bağımlı olması istenmiyor ise bu adamların enerjisini ve tüketim malları tedarikini garanti edeceksin. Yoksa Avrupa’da olsa ABD ile iş birliği içerisinde olmayacaktır.

Aslında Almanya’nın buna hazırlandığını görmekteyiz. Artık kendi ordularının niceliğini ve niteliğini arttırmaya başladılar. Bunun esas sebebini herkes Ruslara karşı olarak düşünüyor ama biraz da kendi içinde yani ilerde Avrupa ile doğacak olan olası bir ihtilafta ya da ABD politikalarına ters bir hareket yapmak zorunda kalırsa savunma mekanizmasını sağlamak zorunda. Bu durumun altında bu düşünce yatıyor temel olarak.

Yani Almanya bir gün özellikle enerji tedariki konusunda Rusya’ya muhtaç olabileceğini görüyor. Bu doğrultuda Rusya’ya uygulanan yaptırımların dışında kalma tercihi yapılırsa Almanya kendisini savunmak zorunda kalabilir.

Japonya ve Hindistan’ın Vaziyeti

Hazır yeri gelmişken Japonya’dan bahsedelim. Biliyorsunuz rahmetli Shinzo Abe yılda 14 tane silahla adam öldürmenin gerçekleştiği Japonya’da miting sırasında öldürüldü.

Abe’nin önemi aslında şuradan kaynaklanıyor. Malumunuz Uzak Doğu’da iki kadim devlet var. Birisi Japonlar bir de Çin. Zaten Japonya’nın başını yakan bu hırsından 2. Dünya savaşı sırasında gidip Çin’e saldırmak oldu. Sürecin devamında ABD 2. Dünya Savaşında Japonya’nın kafasına iki tane nükleeri sallayıp Plaza Anlaşması ile bunları iktisadi manada tamamen bitirmişti.

Abe’nin politik olarak hedefi hemen dibinde büyüyen Çin tehdidine karşı kendi silahlı örgütünü kurmaktı. Tarihsel olarak ve aslında coğrafyanın getirdiği bu rekabette Japonya’yı bu güne kadar kısıtlamış olan ABD’nin taraf seçmemesi de Abe’nin bu politikaya eğilmesinde en önemli husus. Abe büyüyen Çin tehdidinin ABD’ye de zarar vereceğini tahmin ediyor, bu bağlamda ABD’nin kendisine yönelik uyguladığı askeri sınırlamaları delmesine ses etmeyeceğini düşünüyor.

Çünkü eğer Japonya’da silahlanmazsa ABD Uzak Doğu’da Kuzey Kore-Çin-Rusya gücüyle tek başına mücadele etmek zorunda kalacak. Buradan güney kore meselesine değinmiyorum. Güney Kore zaten doğal müttefiktir Japonya için.

Gelelim Hindistan meselesine. Uzak doğuya merak saldınız. Başladınız araştırmaya. Haritayı çektiniz önünüze. Diyelim ki ABD’siniz. Kuzey tarafı kıramazsınız. Rusya ve Çin babalar gibi orda. Aşağıya kayıyorsunuz. hemen doğu da Güney Kore ve Japonya var. Burada bu iki ülkenin ne kadar kritik olduğunu anlarsınız zaten. Sonuçta savaş dediğin kavram politik olarak başlar, iktisadi olarak devam eder ve nihayet sahada sıcak çatışmaya girer. Coğrafya bu yüzden kritiktir. Devam ediyoruz haritadan. Aşağıya güney pasifiğe bakıyoruz. Orada Nepal, Myanmar, Tayland ve Vietnam ile Filipinler’i görmekteyiz. Bölgesel bazda baktığımızda coğrafyadaki en büyük askeri ve iktisadi güç ise Hindistan’dır.

Şimdi Hindistan 1,3 milyar nüfusu ile dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi. Hindistan’ın Çin ve Pakistan ile sınır sorunları olduğunu biliyoruz. Yine Hindistan’ın dünyada nükleer güce sahip belli başlı ülkelerden biri olduğunu da biliyoruz. Hindistan doğal olarak bölgede Çin ile rakip olsa da olası bir uzatmalı savaştan desteksiz/tek başına çıkması güç görünüyor. Çünkü iktisadi gücü buna yetmez ya da destek almak zorunda kalır.

Olası bir çok kutuplu dünya düzeni güney doğu asya gerginliğinde Hindistan’ın tercihleri kritik. Şimdilik bu tercihini Rusya tarafında kullanmış görünüyor. Çünkü Rusya-Ukrayna savaşındaki gerilime hiç ses çıkarmadı. Hindistan’ın buradaki zımni tercihi herkes tarafından görülüyor. Tabi gelecekte Çin’le aralarında bulunan rekabet nedeniyle olası bir Çin-Rus yakınlaşmasında tercih kayması yaşayabilir. Onu da ekleyelim.

Ortadoğu’yu De Hele Yiğidim

Şimdi malum espriyi yapmazsam ölürüm. Ortadoğu da kartlar yeniden dağıtılıyor.

Şaka bir yana Ortadoğu’yu anlamak için bir dünya okumak lazım. Ben şu an okuyorum. Bir gün özetini yazarım sizlere de vakit olursa. İlişkiler son derece çetrefil ve farklı hususlara bağlı.

Ancak genel çerçevede baktığımızda fosil yakıtların azaldığı ve öneminin giderek arttığı günümüz dünyasında ekonomisinin büyük kısmı fosil yakıtlardan oluşan ortadoğu ve özellikle doğu akdenizde paydaş olan Türkiye, Suriye, Lübnan, Mısır, İsrail ile KKTC/rum tarafı kaynar aga. Ama tabi burada şöyle bir avantaj olur. Normalde tek kutuplu dünya düzeninde ABD buradaki ülkeleri kafasına göre ödüllendirip cezalandırıyordu. Şimdi cezalandırma işi o kadar kolay olmaz. Ancak sorun burada hangi ülkelerin hangi taraftan olacağı. Bunu gelecek ve bu büyük güçlerden alınan imtiyazlar tayin edecek. O yüzden şimdiden kesin şeyler söylemek çok güç. Tam politikacı gibi konuştum ama öyle.

Mesela baktığınız zaman hepinizin unuttuğu bir libya meselesi var. Bizim Türkiye hala orada takılıyor askerlerimiz filan var. Burasının önemini gelecek vakitte daha çok idrak edeceksiniz. Çünkü fosil yakıt var.

Enerji gerçekten hayatın kaynağıymış ya. Okudukça bunu anlıyorum.

İktisada Dönüş

Gelelim işin iktisat boyutuna ve tahminlemelere.

Gelinen noktada dünyada deli danalar gibi dolanan, ABD politikalarına yakınsayan ülkelere girip o ülkelerin refahını geçici olarak yükselten dolar yavaş yavaş evine dönüyor. 

Aslında benim nazarımda ABD, dolarını, yeni çok kutuplu dünya düzeninde kendisinden uzaklaşan ülkelerde bir terbiye aracı olarak kullanacağı için geri döndürmek zorunda.

Çünkü önümüzdeki dönemde rezerv para çok kıymetli olacak. Buna ek olarak coğrafi nüfuz daha da önemli olacak. Bunu sağlayacak yani nüfuzu sağlayacak şeyin para olduğunu düşünürseniz (her yere asker gönderemezsiniz) bu ülkelerin sizin onlara verdiğiniz refahın kıymetini anlaması için sahip oldukları refahı kaybetmeleri gerekir.

Hal böyle olunca dolar evine dönecek ve DXY yine artacaktır. Şahsi bir tahminim yok. Yani şuraya gelir diyemem. DXY ben bu yazıyı yazdığımda aslında yine görece oldukça yüksek görünüyor ve ederi 105 civarı. Ancak insanları terbiye etmenin en güzel yolu onlara yokluk vermektir. Yokluğu gören akıllanır. Hepiniz Stalinin tavuğu hikayesini okumuşsunuzdur.

Bu yüzden doların değerinin artması ve piyasada olmaması gerekiyor bir süre. Bu dediğim gibi ABD’nin yeni dünya düzeni için gerekiyor. Tavukların tüyleri younmalı ve herkes esas patronun kim olduğunu öğrenmeli.

DXY ve Çin

DXY’nin yükselmesi meselesi Çin ile mücadele için esasen kötü. DXY nin her değer artışı elinde ciddi manada dolar tahvil bulunduran Çin için sermaye artışı demek. Çin’in enerji, gıda ve su anlamında herhangi bir tedarik sıkıntısı yokken karnının en yumuşak olan yeri finansman.

Ancak burada şahsi tahminim ABD nin önce Rusları pasivize edip düşmanı bire indireceği, Rusları aradan çıkarttıktan sonra ana düşman ya da rakip Çin in üzerine gideceği. 

ABD aynı anda hem Rus ayısıyla hem de Çin ejderhasıyla boğuşamaz. Bu Bretton Woods’un yıkılmasına sebebiyet veren Vietnam savaşı 2 olur. Önce zayıf olan elimine edilecek.

Çünkü Çin gerçekten Ruslardan çok daha kuvvetli. Çünkü elindeki nüfus gücü ile dünya ekosisteminin etkileyecek büyüklükte bir ülke.

Ne zaman ki Ruslar aradan çıkar o zaman doların durumunu yine değerlendiririz. Tabi o tarihe geçen kadar süreçte Çin elindeki tahvilleri çıkartmazsa. Hoş ben bunun terör dengesi nedeniyle hiçbir zaman olmayacağını düşünmekteyim. Çünkü elindeki tahvillerden kurtulmak demek Çin için en büyük alıcısını kaybetmek demektir. Bu yüzden tüm ekosistemi ve gücü üretime dayalı olan Çin için bu intihar demektir.

Çin de bunu bildiği için doğrudan bekleme pozisyonunda. Hatta Çin için ABD Rusya gerginliğinin uzaması çok karlı. İki rakip de güç kaybedecektir. Bu Çin in işine gelir. 

Yani ilk ateşi (sanırım o ateş yanalı çok oluyor) NATO -Rusya arasında olup Çin bu işleri izleyecektir. Ya da uzaması için elinden geleni yapıp özellikle Güneydoğu Asya dediğimiz ve başta Tayvan olmak üzere Hong Kong da dahil baskınlığının zayıf olduğu alanlara yüklenecektir. 

Globale Göre Pozisyon Alıyoruz

Özetle yakın gelecekte çok taraflı bir soğuk savaşa gireceğini öngördüğümüz dünya ekonomisi, ciddi manada 80’ler sonrası esen neo liberal rüzgarın dışına çıkacak gibi görünüyor.

Muhtemelen önümüzdeki süreçte ülkeler arası dış ticaret azalma eğilimine girecektir. Bu kapsamda belki ülkeler için bir ithal ikameci yaklaşımdan bahsedilemeyecekse de başta gıda, enerji ve makine üretimi ile savunma sanayi gibi stratejik sektörlerde iç üretime dönüşü izleyeceğiz. Hatta bazı ülkelerde devletin bu pazarları sübvanse etmesi yerine kaynağı etkin dağıtmak iddiasıyla bizzat pazara girdiğini de görebiliriz. (Lütfen bu kısmı bir sosyalistin ıslak hayalleri olarak düşünmeyin, çünkü bir sosyalist değilim, iki keynesi seviyorum, üç ıslak hayalden ziyade realist yaklaşımdayım)

Başta değer yatırımcıları olmak üzere temettücü tayfanın özellikle bu stratejik sektörlerdeki şirketlere portföy ağırlığını arttırması onlar için kazançlı olabilir.

Bunun dışında stratejik sektörler dışında kalan perakende, tekstil, ticaret/dış ticaret, lojistik, yazılım gibi sektörlerde mevcut payın azaltılabileceği sektörler olarak görünüyor.

Özetle bu yeni süreçte globalin büyüme oranı düşmese dahi ticaret hacmi zayıflayacak. İçe dönen (bak kapanan demedim) ülkelerde iç üretim payı düşük olan ve aynı zamanda tüketim esnekliği yüksek olan ürünlerde bir zıplama olacaktır. 

Buna ek olarak her ne kadar globalin ticaret hacmi zayıflasa da dönemsel dalgalanmalar hariç kıymetli madenler ve nadir bulunan elementlerin ederi yükselecek gibi görünüyor. Yine bir savaş klasiği olarak dönemin rezerv parası ile altının değerinin yükseleceği açıkça görülüyor.

Türkiye Dış Politikasının Temelleri

Bildiğiniz üzere Avrupa ülkeleri enerji tedarik sorununu, Irak ve Suriye’de bir bağımsız devlet kurmak, bu bağımsız devletin toprakları üzerinden petrol ve doğalgazı Akdeniz’e ulaştırarak Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını kırmak yoluyla çözeceği düşüncesinde. Bu yüzden de sürekli olarak Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde bozgunculuk çıkaran Kürtleri ve özellikle PKK/YPG’yi hunharca destekliyor.

Türkiye terör örgütü sorununu dönem dönem içerde arasa da bu sorunun içerde olmadığı açık. Ki zaten vakti zamanında Beşar Esad’ın babası Hafız Esad ile aramızın bozuk olma nedeni PKK oluşumlarına kendi topraklarında izin vermesiydi.

Avrupanın bu politikasını gören Türkiye esasen oldukça sert ve riskli bulduğum bir karar alarak, önce koridora müdahale etti ve oraya yerleşti, daha sonra ülkeye bilimum mülteciyi doldurdu. 

Temel hedef hem coğrafi olarak koridoru bölmek hem de Avrupa’nın olası karşı çıkışı için mültecileri bir silah olarak kullanmak. Çünkü bu silah Avrupanın bu güne kadar kurmuş olduğu bütün düzenin içinden geçecek nitelikte bozucu, gen ve demografi değiştirici bir silah.

Elinde tuttuğu silahı ara ara göstererek hem para hem de zaman kazanan Türkiye’nin içerde yapması gereken şey de bu politikanın riskini içeriyor. Bu mültecileri içerde zapt edip iç politikada seçmene bu durumu kabul ettirmek. Bu süreç biraz uzun ve sancılı geçecek. Hatta bu durum mevcut ekonomik vaziyette göz önüne alındığında iktidarın 20 yıldır biriktirdiği güce bile mal olabilir.

1920 yılında yıkılmış olan imparatorluk kafasından güç bela çıkabilen (hala daha zorlanıyoruz) ve ulus devlet olma düşüncesini kabul etmiş olan ülkenin şimdi mülteci düşüncesini kabul etmesi ve din temelli imparatorluk düşüncesine geri dönmesi çok zor. Kendi içinde dahi Türk-Kürt çatışmasını çözememiş bir ülkenin denkleme başka ırklar/dinler katarak süreci aşmasını beklemek imkansız. Çünkü burası Avrupa değil. Hoş Avrupalıların da çok medeni olduğunu söylemek doğru olmaz. Sonuçta siyahi insan görünce muz sallayan dallama kaynıyor Avrupada.

Çok Kutuplu Dünyada Türkiye

Gelinen soğuk savaş ortamında Türkiye işin tam ortasında kaldı. Hoş bu bizim tarihsel olarak kaderimiz. Ancak politikacıların maharetini şimdi göreceğiz. Tarihimizde yeni savaştan çıkmış ülkeyi savaşa sokmama başarısını gösteren İsmet İnönü gibi dış politika dahileri var. Olmayacak iş değil.

Mühim olan buradan istediğimizi kapmak.

Mevcut durumda bağımızı koparamayacağımız ve mal tedariki manasında en büyük alıcımız olan Avrupa var. Onlar da enerji tedarikinde Rusya’ya olan bağını koparmanın tek ümidi olan Türkiye ve bu ülkeye mal tedarikini en ucuza sağlayan Türkiye’ye bel bağlamış durumdalar. 

Bir yanda ise Avrupa’nın ve ABD’nin belalısı Ruslar var. Rusya sürekli bizimle Avrupa’ya enerji nakil hattı kurmak istiyor. Bir yandan tarım tedarikini bizim üzerimizden sağlarken enerji sattığı önemli ülkelerden birisi de biziz.

Burada güçlü/güçsüz ya da ideolojik taraf gözetmeden yapılacak tek şey muhtaç olan ülkenin sorununu çözerek en büyük kapitlasyonu/iltiması kapmak.

Mesela tıpkı bizim yakın zamanda gerçekleştireceğimiz Suriye operasyonu için Rusya’dan icazet almamız (operasyon yapacağımız yerde adamların askerleri var) bunun karşılığında Rusların uluslararası finansta yaptırım gören elemanlarının servetlerini korumalarına yardımcı olmamız gibi.

Ya da İran ve altın konusunu hepimiz hatırlıyoruzdur. 

Bu gibi fırsatlar iki taraftan da çok çıkacaktır. 

Gelinen noktada kavgayı kimin kazandığından ziyade kazançlara odaklanmak gerek. Bu bağlamda hem Avrupa ve ABD nin PKK/YPG ye olan desteğinin son bulması hem de ülkemizin de Rus gaz/petrolüne olan bağlılığına son verebilmek için İsrail ile gerçekleştirilecek bir Akdeniz doğal gaz hattının öneminden herkes bahsediyor. Bizim zaten coğrafyada doğru düzgün işbirliği yapabileceğimiz ve menfaatlerimizin kesiştiği/kesişmek zorunda olduğu tek bir ülke var o da İsrail.

Bu vesile ile Avrupa’nın rus enerji tedariğine alternatif yaratılmış olur. Böylece kendimiz için de bağılıkık kısmen azalır. İşin sonunda Avrupa’nın PKK’yı desteklemek için bir gayesi kalmaz.

Şayet bizimkiler hem bu ilişkileri kurmayı başarır hem de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile ilişkileri sıkılaştırırsa önümüzdeki dönemde oldukça fazla artacağını öngördüğümüz enerji tedarikinde 3 farklı alternatifi olan bir alıcı konumuna geliriz.

Ancak İsrail ile olan iyi ilişkiler enerji tedarik ana kanallarımız olan Araplar ve İranlılar ile ilişkileri bozar. 

Biliyorsunuz tarihsel olarak Ortadoğu da hakimiyet/nüfuz kurmak isteyen 4 farklı güç var. Bunlar geçmişin mirasını korumak isteyen Türkiye, özgürlüğünü/refahını İngiliz/Amerikan desteğine borçlu Arap devletleri, Arap dünyasının içinde halen bir ukde olarak kalan ve hepsinin bir kaşık suda boğmak istediği İsrail ve Şii hilali gibi bölgesel bir oyuncu olma hedefi taşıyan, dini unsurları sonuna kadar kullanan İran.

Bu ekibin kansız/kavgasız huzur içinde yaşayacağını düşünen barış güvercinlerini bir tekmeyle kenara savuşturursak ilişkiler girift ve içinden çıkılmaz boyutta. Çünkü bu ekipten herhangi biri ile yapılan anlaşma bir tarafı muhakkak kötü etkiliyor/diğeriyle ilişkileri bozuyor.

Örneğin İsrail ile kurulan iyi ilişkiler İran’ı rahatsız ediyor ve İran hem bize ucuz petrol satmayı bırakıyor hem de kendi sınırındaki PKK unsurlarını harlayıp üstümüze salıyor.

Bu aynı zamanda Arapları da rahatsız ediyor ve Araplar hemen enerji tedarikini kısıp sizden mal almayı bırakabiliyor. 

Tersi durumda İsrail ile papaz olup ABD ile aramız kötüleşiyor. Ayrıca İsrail doğu Akdeniz havzasında gelecek vaadeden bir ülke ve bu gelecekteki kazançtan mahrum kalıyoruz. Öte yandan İsrail bize sürekli olarak Yunanistan’la anlaşıp gazı taşıyacağı sopasını gösterip bizi derinden vuruyor. Keza bunların PKK ya desteğini görmezden gelmek de imkansız.

Çin ile olan mevzulara şimdilik girmiyorum. Yazı iyice çorba olacak.

Ancak bölgesel şartlarımız bu. Ülkemizin global bir oyuncu olmaktan uzak olduğunu biliyoruz. Ancak bölgesel oyuncu olmak gibi bir merdiven basamağı önümüzde. Bunu kullanmak için elimizden geleni de yapıyoruz. Fakat bu aşamada tercihi geleceği de düşünerek yapmak gerekiyor. Bölgesel başarı için sermaye birikimi, sermaye birikimi için en az kayba uğratacak ortağı seçmek bizim için zorunluluk.

Türkiye’nin İktisadi Geleceği

Gelelim işin iktisadi bacağına.

Efenim malumunuz ülkemiz rekabetçi kur politikasını resmi ağızdan açıklayarak bir yola girdi diyeceğim ama diyemiyorum. Çünkü şahsi kanaatim bu beyanatlar sadece ülke iç politika gündemine yönelikti. Ciddi manada ülkemizin rekabetçi kur politikası yapacak ne demografik bir gücü (evet mülteciler dahil) ne kaynak yapısı ne de enerji tedarik gücü var. 

Yani anladığım kadarıyla TL eski gücüne kavuşana kadar bir şey yapılamıyor olduğundan tek yöntem bu kaldı ve içerde bu propaganda bir süre devam edecek. TL de değer kazanacak gibi görünmüyor.

Yukarıdaki realiteyi bir kenara koyarsak bir savaş ortamında en fazla kazananlar sıralı tam listesi aşağıdadır.

  1. Finans sağlayanlar
  2. Silah satanlar
  3. Temel ihtiyaç maddeleri satanlar

Ülkemizde yaşayan ve aklı kesen herkes bizde 1. Maddede yer alan şeyin olmadığını bilir. Bunu geçiyorum. Zaten finansman olsa biz bölgesel güç hedefinden ziyade global güç/hegamonik güç olma yolunda mücadele verirdik.

Bizim için kritik olan 2. Ve 3. Maddelerdir. Eğer devlet yönetimimiz gerçekten içine gireceğimiz çok kutuplu yeni dünya düzeninde biraz sermaye biriktirip klasmanımızı birinci maddeye çıkarmak istiyorsa (savaşlarda finansman sağlayanlar) 2. Ve 3. Maddeye yüklenmeli.

Bunun için çözmemiz gereken bir enerji tedarik sorunumuz olduğu gerçek. Yoksa kamu eliyle yürütülen savunma sanayii ciddi bir aşama kaydetti ve en azından ülkenin olası bir savaşa girmesi halinde gerekli üretimini yapacak güçte. 

Sonuçta metal var, enerji de varsa savaş yapılır. Ancak ülkemiz için üzücü olanı 3. Madde yani temel ihtiyaç maddelerinde yeterliliğin sağlanamaması.

Savunma sanayinde yeterliliğinin mevcudiyeti görülüyor olsa dahi başta tarım ürünleri ve dolaylı olarak gıda ile diğer temel ihtiyaç maddelerinde ülkenin bir açığı olduğu gerçek. Şahsi kanaatim devlet bizzat bu piyasaya kendi eliyle girmediği müddetçe de bir gelişim olacak gibi görünmüyor. 

Maalesef iktisat okullarımız halen 80′ model neoliberali fikir temasında çalışıyor. Bu düşünceyi yerleştirmek biraz zor olacak. Ancak çıkışın da devlet girişimli (bakın sübvanseli demedim) üretim modelinde olduğu da bir gerçek.

Şimdi bu gerçeklik altında yapılacak tek şey belirtilen sektörlerde devlet girişimlerini arttırarak önümüzdeki çalkantılı sürece hazırlanmak. 

Bunu yaparken globalde ortaya çıkacak olan enflasyon sorununu görmek gerek. Bu süreçte enflasyonun ana kaynağı olan enerji tedarikinde sorunu çözmemiz gerekiyor.

Özellikle çevreci zırvaları bir kenara atarsak tüm dünyanın fosil yakıtlar tükenene kadar bu yakıtlara sahip olan ülkelerle ilişkilerini iyileştirmeye çalıştığı ve bu fosil yakıta ihtiyacı olduğu açık. Çünkü fosil yakıtlar hem güvenli, hem verim bazında stabil hem de en ucuzu(bir birim enerji temini için en verimli kaynak her daim fosil yakıtlar).

Bu aşamada yani fosil yakıt tedarikinde ülkemizin karşılaştığı sorunları yukarda sizlere sıraladım. Bu zor tercihleri yaparken özellikle içerde nükleer santral gelişimi ile toplam enerji üretimi içerisindeki yenilenebilir enerji kaynağı üretimini arttırmak ülke için zorunluluk. Bugüne kadar ülkemiz yenilenebilir enerji kaynakları politikasını iyi yürüttü. Ancak dediğim gibi bu enerji kaynağı verimi şüpheli, kesintisi olan ve dalgalanan bir kaynak. Yani sırtını sadece güneş, rüzgar, dalga, hidroelektrik gibi kaynaklara dayayarak 80 milyonluk ülkenin ihtiyacını karşılaman çok zor. Pil teknolojisinde çılgınca devrimsel bir gelişme olmazsa da (olmayacak gibi de görünüyor) yenilenebilir enerji kaynakları alternatif olarak kalmaya devam edecek.

Burada geldiğimiz noktada her ne kadar stratejik ve ulusal güvenlik anlamında hava savunma sistemleri ile koruyamadığınız müddetçe çok riskli olsa da nükleer enerjiye yönelim oldukça kıymetli. Bu çerçevede temennim kısa vadede hava savunma sistemlerinin kendi kaynaklarımız ile üretimi, bunların koruması ile de nükleer enerjiye yönelim. Bunun dışındaki enerji alternatiflerinin hepsi bir kronik sorun içeriyor.

İşin yatırım bacağına gelirsek sizler birer yatırımcı olarak iç piyasada (yani TL kazancı bazında) ülkemiz borsasında faaliyet gösteren başta savunma sanayi, nükleer enerji, demir-çelik sektörü, tarım/gıda sektöründe faaliyet gösteren şirketleri detaylıca incelemek ve doğru yatırım kararlarını almak zorundasınız. Normalde değer yatırımı haricinde stratejik olmayan sektörlere yatırım tercih etmem. Şu saatten sonra çok potansiyelli bir sektör de olsa stratejik olmayan sektöre girmem.

Özet Geç Canına Yandığımın

Özetle tünelin ucu bomb*k bir yere çıkıyor arkadaşlar. Kısa vadede Rusya-ABD-Çin arasında gerginlik, Avrupa’da muhtelif kafa kaldırmalar ve bunun nihayetinde süreci tamamlayacak bir savaş beklemekteyim. Ha kaç vadede olur onu bilemem ama bir şekilde nihayete gider. Sonuçta güç mücadelesi bu iş.

Bu süreçte periferi diye de nitelenen çevre/yarı-çevre ülkeler kamplaşacaktır. Öncelikle iktisadi yaptırımlar ile tedarik zincirlerinde değişme olacak, ülkeler kendi iç üretim güçlerine yönelecek ve nüfusu fazla olan ülkelerin kaynak tedarikini sağladığı müddetçe refahını arttıracağı da görünmektedir. Bununla birlikte yaşlı nüfusa sahip ve üretim gücü zayıf ve kaynak tedarikini sağlayacak dış politika yürütemeyecek ülkelerin zamanla bu günkü refahlarını kaybedeceği de açıkça görülmektedir.

Yatırımlarınızı yaparken trade den kaçınmanızı hep söyledim bu güne kadar ve aynı şeyi söylemeye devam ediyorum. Trade normalde tehlikeli idi bence şu an delilik. Uzun vadeli yatırımlarınıza dolar biriktirme yöntemi dediğimiz yöntemle temel maksadınız da servetinizi korumak olmak üzere devam ediniz. Para birimleri arasında güçlü olduğunu düşündüğünüz ülkelerin para birimlerine yatırım yaparak, altın portföyünüzü koruyarak devam ediniz. Borsada özellikle stratejik olarak nitelendirmekte olduğumuz sektörlere yatırımlarınızı arttırarak devam ediniz.

Esen kalın.

yatirimkurusu

10 yıldır finans sektöründe denetçi, İngilizce biliyor.

İlgili Makaleler

4 Yorum

  1. Kocaman damarların beslediği,Beyin hucre elektriği yüksek amperli olup,benim beyin hücrelerimi titreme ile uyandıran “Hocam.”Ya şöyle,caliskanlik,üretimden zevk alma,dürüstlük ile,bu vatandaşın ülke varlığınin bu zor zamanlarinda gerçekten cephane olma ihtimali var mı?Yoksa bu kış ayva bol mu olur,(kış pek soğuk geçerse)

    1. Hocam öncelikle saygılar selamlar. Güzel sözleriniz için müteşekkirim.

      Bu kış zor geçer. Ancak uzun vadede üreten, sermaye biriktiren ve bu birikimi politik olarak doğru dağıtabilen bir ülke olursak niye olmasın.

      Dünyada üretimin hiç bu kadar değeri olmuş muydu bilmiyorum. ama gelecekte çok kritik olacak. Bu sebeple ensenizi karartmayınız.

      Bu gün yarın ertesi hafta çok kısa vadeler. Uzun vadeli bakalım. Pozitif düşünelim.

      Çin uzun süredir süregelen finans egemenliği zincirini biraz acı çekerek de olsa kırdı. Bir Çin olamayız. Ancak üretimin gerçekten bir güç olduğunu bize gösterdi.

      Pandemi geçirdik. Bu vesileyle sağlık çalışanlarımızı tekrar saygıyla selamlıyorum. Pandeminin en kritik noktası gıda ihracatının sınırlanması, dünyanın globalleşen tedarik zincirinin çaat diye ortadan kırılmasıydı. Ticaret eskisi kadar kolay değil. Her ülke zor zamanlar için bir çok mal cinsinden rezerv tutmaya başladı. Bu aşamada kısmen avantajımız var.

      Ülkemiz sanıldığı kadar montajdan filan ibaret bir ülke değil. Üreten uğraşan bir çok işletmemiz var. Sadece kaynağı etkin dağıtmak, merkezi kontrolü güçlü kılmak bize seviye atlatacaktır.

  2. “Ne kadar yüksekten düşer isen o kadar canın acır” ya,Bence vatandaşın refah,hava atma beklentileri yüksek hala.Sizin ve bütün ekonomi uzmanlarının ülkede üretim ve bölüşümün merhametle savunucusu olduğunuza kesin inaniyorum.Kaleminize sağlık kuvvet versin, Saygılarımla.,,Var olun.

    1. İktisatın bir kenarından bir şekilde bir yerine bulaşmış olan bir insanın ilk duyacağı şey iktisatın tanımıdır. İktisatın çok basit bir tanımı var aslında : Kaynakların etkin dağılımı.
      3 kelime. Ama bu 3 kelime çok şeyi değiştirir, etkiler. Bu kaideyi sadece kendi hayatınızda uygulamaya başlayarak bir çok şeyin değiştiğini görürsünüz. Mesela siz bir doktorsunuz. Doktorlar bize ne diyor? Vücudunuzu düzgün kullanın değil mi? Çünkü bu ilerde de lazım. Tıpta bile iktisat esintileri var gibime geliyor. Saygılar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
error: İçeriklerin kopyalanması engellenmiştir.