Finansal Skandallar

SVB Neden Battı?

Cümleten selamlar. Başta Credit Suisse olmak üzere ABD bankacılık sektörünün ABD borsalarında sıkıntıya girmesine sebep olan, FED’i bile faiz arttırmlarını devam ettirmekte bir daha düşündüren sürecin önemli bir eşiği olan SVB neden battı sorusunun cevabını birlikte öğreneceğiz bu gün. Gelin 2008 krizinden bu güne en büyük banka batışı olarak bilinen SVB neden battı onu inceleyelim.

SVB’yi Tanıyalım

SVB’nin açılımı Silicon Valley Bank olup SVB Financial Group’un iştirakidir. SVB yaklaşık 39 yıl evvel 1989 senesinde kurulmuştur. Kurucular Wells Fargo’nun yöneticilerinden Bill Biggerstaff ile Stanford Üni. Profesörlerinden Robert Medearis’tir. Banka adından da anlaşılabileceği üzere Silikon Vadisinde yer alan bölgesel bir bankadır. Banka 1988 yılında halka arz etmiştir.

Şirketin ortakları arasında yatırım raporlarından tanıdığımız, meşhur Black Rock, JP Morgan, Vanguard gibi bilindik firmalar var.

Banka battığı tarihte ABD’nin en büyük 16. bankasıydı ve 211 milyar dolarlık aktif büyüklüğüne sahipti. Battığında 17 farklı lokasyonda Şubesi vardı.

Kuruluş yerinden anlayabileceğiniz üzere (bu Google filan hep silikon vadisinde) SVB’nin aktifi ortalama bir bankadan farklı şekilde (bknz: Bankalar Nasıl Para Kazanır?) ağırlıklı olarak yeni kurulan girişimcileri yani start up firmaları finanse eden kredilerden ya da bunları finanse eden muhtelif yatırım kuruluşlarından oluşmaktaydı.

Şirketin bütün stratejisi yıllar boyunca ülke genelinde teknoloji hubı olarak belirtilen bölgelerde Şube açmak, bu hinterlantta faaliyet gösteren gelecek vadeden firmaları bulup onları kredilendirmek ya da bunlara ortak olanları kredilendirmektir.

Batan hiçbir bankayı manşetine taşımayı kaçırmayan Forbes burada da yanlış yapmamış ve 2023’te ABD’nin en iyi 20 bankasından biri demiştir. Buna dayanamayan Moody’s eli görmüş ve arttırmış, hayır bu adamlar çok iyi, daha da iyi, aslında çok daha iyi deyip övmelere doyamamıştır.

SVB İş Stratejisi

Şirketin iş stratejisine yani aktif pasif yönetimine baktığımızda kurumsal olarak bahsedilen segmente ağırlık vermiştir. Banka burada da sektör bazında ayrıştırmaya gitmiş, kredi bakiyesini ağırlıklı olarak sağlık teknolojileri, girişim sermayesi ve şarap sektörüne dağıtmıştır.

Firma battığında kredi bakiyesinin %55’inin girişim sermayesi ve özel yatırım firmalarına (İngilizcesi private equity firm, tam Türkçe karşılığını bulamadım) kredi olarak verildiği, %14’ünün lüks segmentte yer alan sağlam zengin adamlara mortgage konut kredisi olarak verildiği, %24’ünün teknoloji ve sağlık şirketlerine kredi olarak verildiği, %9’unun ise start up şirketlere kredi olarak verildiği görülmüştür. Bu %54’lük kesim içerisinde ağırlıklı olarak coin ve benzeri hususlarda iştigal eden firmalara kredi verildiğini görüyoruz.

Banka battığında kritik KPI’lardan biri olan ROE (özkaynak karlılığı) %13,8’dir. Aslına bakarsanız baya sağlam bir oran bu. Hele ki ABD şartlarında.

Şimdi bankanın gelir tablosuna bakalım. 2022 itibarıyla Bankanın 7,4 milyar USD Faiz geliri vardır. Net karı ise 1,5 milyar USD’dir.

Aktif büyüklüğünün 211,8 milyar olduğunu gördüğümüz banka, bu aktif büyüklüğün 173,1 milyar kadarını müşteri mevduatları ile finanse etmektedir.

Vadeye Kadar Elde Tutulacak Menkul Kıymet vs. Satılmaya Hazır Menkul Kıymet

Konuya dalmadan evvel biraz muhasebeye girsek iyi olacak. Bankaların bilançosunda finansal varlıklar 4 ana başlığa ayrılmıştır.

  1. Gerçeğe uygun değer farkı kar zarara yansıtılan finansal varlık ve finansal borçlar,
  2. Vadeye kadar elde tutulacak yatırımlar
  3. Satılmaya hazır finansal varlıklar,
  4. Kredi ve alacaklar,

Bankacılıkta bu menkul kıymetler yani tahvil ve bonolar farklı maksatlarla alınır. Bunlar aktif pasif yönetimine katkı sağlamak, likidite riskini yönetmek, nakit akışını yönetmek, müşterilerin repo ihtiyaçlarını gidermek, TCMB’ye teminat vermek (hazine ihaleleri, APİ işlemleri ve likit temini için şarttır) yasal zorunluluklar (Türkiye’de bu şekilde) ve nihayetinde trade edip para kazanmak maksatlıdır.

Şimdi bankalar da bu menkulleri ona göre sınıflandırırlar. Esasında bu UFRS’nin getirdiği bir zorunluluktur. Bir menkul kıymeti 2 farklı şekilde banka muhasebe defterine kaydedebilirsiniz. Satılmaya hazır menkul kıymetler, vadeye kadar elde tutulacak menkul kıymetler. Bunlar finansal varlıklar kalemi altında gördüğümüz alt başlıklar.

Eğer banka elindeki menkul kıymeti trade maksatlı tutuyorsa bunu satılmaya hazır menkul kıymet kalemine kaydeder. Eğer diğer maksatlı tutuyorsa bu sefer vadeye kadar elde tutulacak menkul kıymetler kalemine kayıt yapılır.

İki kalem arasına kayıt yapılmasının farkı şudur:

Satılmaya hazır kısmına kayıt edilen menkul kıymetlerin faiz gelirleri her gün reeskont yapılmak suretiyle gelir tablosuna eklenir. Satılmaya hazır kısmına kayıt edilen menkul kıymetlerin değerlemesi marked to market dediğimiz yöntemle yapılır ve öz kaynak hesabı altında değer değişimi gösterilir. Gelir tablolarına yansımaz bu durum.

Ancak siz bir kıymeti vadesine kadar elde tutulacak olarak sınıflandırıyor iseniz bunu marked to market yöntemiyle değerlemezsiniz. Bunlar nakit akışı için tutuluyor olduğundan bir şey değiştirmez. Yalnızca faiz gelirleri kısmına gelir tahakkuku yapılır. Vadeye kadar elde tutulacak menkul kıymetlerde değerleme yalnızca dönem sonlarında yapılmakta ve o vakitte kar zarar hesabına yansıtılmaktadır.

Bu arada aktif pasif yönetimi için bu tahvil stratejisi çok mühimdir. Yani hangisini vadeye kadar elde tutulacak olarak hangisini alım satıma konu olarak sınıflandıracaksınız. Bu hem nakit akışı hem de likidite için elzem. Ama yazı özelinde sizin sınıflandırma farkını anladığınızı düşünüyorum. Satılmaya hazır kısımdakilerde sürekli değerleme yapıp oluşan kar ve zararı özkaynaklara yazıyoruz, vadeye kadar elde tutulacaklarda dönem sonlarında değerleme yapıp oluşan kar ve zararı gelir tablosunda gösteriyoruz.

Şimdi bu kadar muhasebe tatavasını niye yaptık ? SVB’de bu faiz artışı nedeniyle ortaya çıkan zararlar muhasebe kayıt metodundan dolayı yani SVB bunları vadeye kadar elde tutulacak şeklinde kaydetmesinden dolayı gelir tablosuna geç yansıyor ve durum biraz geç fark ediliyor. Geç farkedilmesi nedeniyle de durum pek farkına varılamıyor ve geç müdahale ediliyor. Tüm bunu anlamanız için.

SVB Neden Battı?

Şimdi SVB’yi allayıp pullayıp anlattık gelelim işin yamuk tarafına.

Burayı idrak etmeniz için banka aktifinden detaylı bahsetmemiz lazım.

Kredi bacağında coin benzeri yatırım yapan firmaların finansmanının fazla olduğunu görüyoruz. Burada kritik hususlardan birisi bu. Çünkü coinde yaşanan düşüler sebebiyle bu yatırım yapılan firmaların bir kısmı kredisini ödeyemiyor. Bir kısmı ise coinin düşmesi nedeniyle ihtiyacı olan fonları hesaplarından çekiyor. Yani coin düşüşü SVB’nin hem kredi kalitesini ve dolayısıyla nakit akışını bozuyor hem de olmaması gereken mevduat çıkışına sebebiyet veriyor.

SVB’nin 211,7 milyar USD aktifi var dedik. Bu aktifin 120 milyar USD’si yani %56’sını bu arkadaşlar tahvile gömmüş. Bu paranın yatırıldığı tahvillerin ise 91 milyar USD’si vadesine kadar elde tutulacak olarak muhasebeye kaydedilmiş.

SVB’nin vadesine kadar elde tutulacak kaleminde yatan bu tahvillerinin ağırlıklı olarak T-Bill olarak bildiğimiz ABD tahvillerinden oluştuğu görülmüştür.

Sizlere tahvil-bono yatırım stratejisinde hangi beklentilerinize göre nasıl yatırım yapmanız gerektiğini detayıyla anlatmıştım. Tekrar etmek gerekirse faizlerin düşeceği bir ortamda tahvile yüklenirken faizler artacak gibiyse kokusunu alır almaz çıkıyoruz tahvil pozisyonlarımızdan. İşte SVB bu anlattığımı beceremiyor ve faizlerin yükseldiği bir ortamda bilançonun büyük bir kısmı tahvilde iken yakalanıyor.

Bir banka için çok kötü. Şöyle ki bankaların fon kaynağı müşterilerden toplanan mevduatlar olup mevduatların vadeleri kısadır ve faizleri değişkendir. Oysa tahvillerin vadeleri uzun ve faizleri sabittir. O sebepten eğer herhangi bir merkez bankası faizi arttırırsa ve sizin elinizde banka olarak yüklü tahvil varsa, elinizdeki menkul kıymetlerin değeri düşer ve kaynağın alternatif yatırım araçlarında değerlendirmenin maliyeti artarken mevduatlarınızın faizi yani giderleriniz artar.

Malumunuz SVB borsaya açık olduğundan herkes bu durumu görüyor. ABD’deki yatırımcılar bizdekilere göre görece nitelikli ve finansal okuryazarlıkları da fazla. Bu duruma bir de shortçular yani açığa satışçılar dediğimiz, sadece piyasadaki pahalı varlıklara açığa satış vererek ekmeğini kazanan güruhu ekleyin.

Tabi banka bu durumu görüp hemen sermaye enjekte ediyor. Sonra bunu duyan ekip daha da kuduruyor. Ulan bunlar sermaye enjekte ettiğine göre durum gerçekten iyi değil deyip sell tuşuna kafa atıyorlar. Öncelikle açığa satışçılar arasında etkili olan gruplar başta twitter olmak üzere birçok mecrada SVB’nin bu pozisyonlarının şirketi ilerleyen zamanda zora koyacağını ileri sürüyorlar. Bunun akabinde açığa satış pozisyonlarını arttırıyorlar. Bunun hemen akabinde bundan etkilenen diğer yatırımcılar da ellerindeki SVB long pozisyonlarından çıkıp açığa satış girince hisse değeri düşüyor. Hisse değerinin çok fazla düşmesi konuyu manşete taşıyor ve günün sonunda mudiler durumdan ürküp bankaya gidip paralarını çekmek istiyorlar. Bunun toplu halde yapılanına da bank run deniyor.

Banka bu başlangıç bank run’ını karşılamak için elindeki tahvillerin bir kısmını satmaya karar verdi. Bu işlemi yaptığında yaklaşık 1,8 milyar USD zarar yazdı. Hatta banka bu işlemlerle birlikte 2,25 milyar dolarlık şirket hissesini satıp bunu da sermayeye ekleyeceğiz demiştir. Öngörüleriyle hepimize rehber olan kredi derecelendirme kuruluşları ise hemen firmanın kredi notlarını düşürerek sürece ciddi katkı sağlamıştır (ağır ironi).Bu durumun duyulması müşterileri daha da korkuttu ve para çekme işlemlerinin hacmi artmaya başladı.

Bu arada gerçekten hiçbir banka bank run hadisesine dayanamaz. Banka ne kadar likit olursa olsun mümkün değildir. Bu süreçte SVB’den ilk haftada çekilen paranın toplamı 42 milyar USD. Yani müşteri toplam mevduatının %25’i bir haftada çekiliyor.

Sonuç olarak banka ciddi şekilde likidite anlamında zora girdi, müşterilerin mevduatını ödemekte zorlandı ve hemen ardından mevduat sigortası müdahalesi geldi.

FED bakıyor durumlar nanay, hemen FDIC denilen bizde karşılığı TMSF olan tasarruf mevduatı sigortalarını devreye sokuyor. Bu dünyada her ülkede olan bir sistem ve fiyat para sisteminin devamlılığı için zorunlu olan bir metot. Bu metotta bankalar hesaplarına giren mevduatın belirli bir nispetini sigorta primi olarak devlet kurumuna yatırır, devlet kurumu ise likidite krizine giren ya da bank run yaşayan bankalara destek, sistemi korumak ve mudilerin zarar görmesini engellemek için bu parayla mudilerin mevduatlarını çıkarır öder. Yalnız bunun bir üst sınırı vardır. Türkiye’de mesela 250.000 TL’ye kadar olan birey mevduatlarını içerir. ABD’de böyleydi. Ta ki SVB batana kadar.

SVB’nin batmasıyla finansal sistemi yara alan ABD hemen tüm mevduatlara garanti sağlayarak bankanın durumunun daha da kötü olmasını engellemeye çalışmıştır.

Aslına bakarsanız buradaki müdahale tam anlamıyla bir too big to fail müdahalesi değil. Çünkü ödenen paraların bir kısmı sigorta fonundan bir kısmı kamu kaynaklarından yapılmıştır. Ancak her seferinde günün sonunda krizlerle devlete muhtaç olan liberal sistem yine acizliğini gözler önünde yaşamıştır. Bizi iktisatçı olarak enterese eden kısım hem budur hem de burada ortaya çıkan yani halka yansıyan maliyettir.

SVB Batışı İle Yaşanan Tartışmalar

Finans âleminde bu banka battığından beri 2008 sonrası politikalar tartışılmaya başladı. Tahmin edebileceğiniz üzere bir neo liberal düşmanı olarak bu vaziyetten ziyadesiyle keyif alıyorum.

2008 krizi sonrası Dodd-Frank yasasında güncelemeler yapıldı. Bu yasaya göre 50 milyar USD ve üstü aktif büyüklüğüne sahip olan bankaların federal gözetim altında olması gerekiyordu. Ancak 2018 yılına gelindiğinde ezilenlerin gür sesi Donald Trump aktif büyüklüğü 250 milyar USD ve daha fazla olan bankaların federal denetime gireceğini belirten yasayı imzaladı.

Ülkemizdeki deregülasyoncu tayfa umarım bu kısmı iyi okur. Hoş bu grubun son zamanlarda pek sesi de çıkmıyor. Ehehehehe….

Biz neo liboşlara sallamaya devam edelim. ABD kamuoyunda yazılanlara göre SVB bu Trump’ın imzaladığı yasa ile federal denetim ve gözetimden yırtıyor. Bu yüzden Basel III’te belirtilen likidite oranlarına uymak zorunda değil. Buna ek olarak Basel IV’te çıkarılan bir düzenleme ile Bankaların vadeye kadar elde tutulacak menkul kıymetlerine bir sınırlama getirilmiş. SVB buna da tabi değil.

Bu Basel IV’teki uygulamaların hangileri olduğunu açıkçası öğrenemedim.

Ancak bu denetim meselesini yani kaçıncı kere söyleyeceğiz. Vallahi bıktım ya, yazmayacağım da buraya. Siz kalanı kendiniz doldurun.

Ülkemizde Likidite Ölçüm Durumu Nasıl?

Gelelim yavaş yavaş memlekete. Biz Türk bankacılar olarak likidite sorunu yaşanmaması için hâlihazırda nakit akış tabloları, stres testleri vs. genel uygulamaları geçersek iki temel rasyo kullanıyoruz. Daha doğrusu BDDK bu oranlara uyulmasını bize dayatıyor.

Bunlardan birincisi LKO dediğimiz likidite karşılama oranları, ikincisi ise yeni yakın hayatımıza girmiş olan net istikrarlı fonlama oranı. İki oran için de istenen değer %100’ün üstüdür.

LKO’da yüksek kaliteli likit varlık, 30 günlük net mevduat çıkışları ortalamasına bölünür. NİFO’da ise maksat uzun vadeli ve mevduata dayalı bir fonlama yapısını teşvik etmektir. Bu sebeple mevcut istikrarlı fonlama tutarı ihtiyaç duyulan istikrarlı fonlama tutarına bölünür. Buradaki kavramları izah edelim. Mevcut istikrarlı fonlama tutarı yasal sermaye, bir yıldan uzun vadeli yükümlülükler, gerçek kişi ve kobi mevduatları. Tabi bunları yüzdesel olarak belirli bir nispette alıyor hesaplamaya. Kafa ütülemiyim diye detay girmedim. Şurada TCMB uzmanları detaylı yazmış.

İhtiyaç duyulan istikrarlı fonlama tutarı hesaplanırken de yine belirli nispetlerde güncel likit varlıklar, finansal kuruluşlara kredi kullandırımlarından vadesine 6 aydan az kalanlar, diğer bankalardaki mevduatlar filan var.

Muhtemelen benzerleri ABD bankaları için de vardı lakin dediğim gibi Trump’ın çıkarttığı deregülasyon uygulamasıyla SVB kontrolden yırtınca işler bu aşamaya geldi.

SVB Olayı Türkiye’ye Sıçrar Mı?

SVB hadisesi başlı başına ABD ekonomisini ve FED kararlarını etkileyecek nispette bir vaka olduğundan efenim bize dokunmaz, dik açı yapar, ordan süner vs. demek külliyen saçmalık. ABD’de çayırda otlayan bir ineğin midesi guruldasa bu durum bizi etkiler (welcome to globalization). Ancak bu başlıkla kast ettiğim şey TCMB, FED benzeri olacak şekilde faizleri arttırırsa bizim bankalar buna dayanabilir mi?

Bildiğiniz üzere Türkiye bir süredir yeni ekonomi modeli adı altında faizleri düşük tutalım, büyümeye yüklenelim, işsizliği aşağı çekelim, ortaya çıkan enflasyona ve alım gücü düşmesine toplu halde katlanırız tarzında bir metot uyguluyor. Ben burada bu politikayı tartışmayacağım, zaten işim nedeniyle tartışmam da doğru değil. Ancak önümüzde bir seçim var. Bir taraf ben bu politikayı devam ettireceğim derken diğer taraf ben geldiğimde Ortodoks politikalara döneceğim ve faizi enflasyonun üstüne taşıyacağım diyor.

Bildiğiniz üzere Türkiye’de son dönem TCMB uygulamalarıyla (Menkul Kıymet tutma zorunluluğu) bankalar ciddi şekilde menkul kıymet yükledi bilançolarına. Bu durum riski arttırdı gözüküyor. Çünkü olası bir hükümet değişiminde TCMB faiz arttıracağından, bankaların elindeki düşük faizli tahviller çöpe döner. İsterse alım satıma konu olsun isterse vadeye kadar elde tutulacak olsun. Sorun bankaların elindeki tahvillerin ne kadarının çöpe döneceği? Yani çöpe dönen tahviller toplam bilançonun ne kadarını kapsayacak ve bunlar likiditeyi ne kadar etkileyecek?

Burada bir analiz yapmak isterseniz her bir banka nezdinde tek tek yapmanız gerekir. Ayrıca bu bankanın vadeye kadar elde tutulacak olanları ile alım satıma konu olacak olanları ayırmanız, ayırdıktan sonra her birisinde yabancı para endeksli, değişken faizli (TÜFE’ye endeksli tahviller var mesela) ve sabit faizli olanları ayırmanız daha sonra bunlardan ne kadar zarar edeceğini görmeniz ve buna göre bir analiz kasmanız gerekir. Bunu müteakip necip milletimizin hangi aşamadan sonra yani hangi banka ne kadar zarar ettikten sonra mevduatını o bankadan çekeceğini de tahminlemek suretiyle bank run’a girip girmeyeceğini öngörmeniz lazım.

Açıkçası bu analizi yapacak bir bilgi, enerji ve istihbarat seviyesi bende mevcut değil. Yapacak olan arkadaşlara da başarılar dilerim. Ancak bizim bankaların Basel kriterlerine göre likidite ölçümleri yaptığını, stres testleriyle olası senaryoları sürekli denediklerini biliyoruz. Önlemlerini almışlardır diye düşünüyorum.

Ama tabi SVB olayındaki gibi toplam mevduatın %25’i gibi bir mevduatın çıkması çok ekstra bir durum. Tahvilleriniz çöpe dönse de buna bir süre dayanabilirsiniz. Bir sene zarar yazar, sermayeden yer devam edersiniz. Mesela burada Demirbank olayını yazdık, sayfalarca tartıştık. Ancak bu mevduat çıkışı çok çok ekstrem bir durum. Hiçbir banka yüklü mevduat çıkışına likit olarak dayanamaz. Bu teorik olarak mümkün değil.

Eğer buna risk yönetimi olarak önlem almak isterseniz banka yönetimiz size taşlı sopalı saldırır. Kar edemezsiniz. Çünkü böyle bir likidite riskini hedge etmek maliyet oğlu maliyettir. Ha baktığın zaman likidite sorununu hedge etmen için aktif stratejisinde duran varlık azaltıp, tahvil ve kredi arasında optimum dengeyi kurman gerekir. E senin bunu yapabilmen için kredilerin vadesini 1 yıl altına çekmen filan lazım. O zaman da kimse kullanmaz kredileri. Bunun dışında fazla tahvil tutmanın riskini SVB’de gördük oraya da yükleyemeyeceğine göre napacan? Banka banka dolaşıp vadeli mevduat faizi toplayacan. :). Neyse bir yazıyı daha finans aleminin kronik sorunlarından iktisadi ideolojiye bağlayıp alayınızı zehirlediğime göre benim ayrılma vaktim gelmiş demektir.

SVB bank neden battı yazımızın sonuna geldik. Esen kalın.

yatirimkurusu

10 yıldır finans sektöründe denetçi, İngilizce biliyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
error: İçeriklerin kopyalanması engellenmiştir.