Ekonomi

Türkiye’de Tarım Politikaları

Türkiyede tarım politikaları yazımıza başlamadan evvel 06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli yaşanan depremlerde hayatını kaybeden tüm yurttaşlarımızın hatıralarını saygıyla anıyorum. Rahmetlilerin yakınlarına başsağlığı dileklerimi en kalbi duygularımla iletirim.

Türkiye’yi derinden yaralayan deprem nedeniyle yazılarıma ara verdim. Bu süreçte 3 günlüğüne de olsa deprem bölgesindeki illerimizden Malatya’da bulundum. Gerçekten kelimelerle ifade edilecek gibi değil. Bu durumun altından kalkmamız hem manevi olarak hem de maddi olarak çok zor görünüyor.

Yazılarımızı yazmaya devam ediyoruz. Tarım meselesi serimize bu 3. yazımız ile biraz daha perspektif katacağız. Bugünkü konumuz Türkiye’de tarımın tarihi ve kuruluştan günümüze uygulanmış olan tarım politikalarına bir bakış. Serinin diğer yazılarının linkini her yazının sonuna ekliyorum oradan devam edersiniz.

Biraz Geçmişten Alalım

Türkiye’de tarıma bakmak için aslında tarım sisteminin bozulduğu 17. Yüzyıldan başlamak gerekiyor anlatmaya. Biliyorsunuz hem Selçuklu devletini hem de Osmanlı devletini anlatırken özetle iki devletin de tarımı yalnızca stratejik bir sektör olarak gördüklerini, Selçuklu da sektörün kritikliğinin askeri sistem temelli olduğunu, bununla birlikte Selçuklu döneminde tarımsal üretim ve ürünlerin Osmanlı devletinden daha fazla ticarete konu edildiğini izah etmiştik.

Ancak 17. Yüzyıl sonrası ordunun belkemiği (Osmanlı ordusunun belkemiği bilinenin aksine yeniçeri değil tımarlı sipahidir.) tımarlı sipahinin oluşumunu sağlayan tımar sistemi bozulmuş, akabinde yeniçerilerin de zıvanadan çıkmasıyla askeri kanat ülke yönetiminden hem daha fazla pay ister olmuş hem de ciddi sorun yaratmıştır.

Bu duruma 2. Osman (Genç Osman) kafa kaldırıp bedelini canıyla ödemiş ancak 2. Mahmut (kalp) 15 Temmuz benzeri bir vaka ile halkı da sokağa dökerek asi yeniçerilerin canına okumuştur (Vakayı Hayriye). Ha yeri gelmişken günümüz popüler kültürüne kapılıp yedi kule zindanlarını unutanlar var. Yeniçeriler ya da üst başlığında kapıkullarının devleti düşürdüğü müşkül durumu, bu elemanların iktidar hırsını görmezden gelen cehalete bulanmış bir güruh görüyorum. Bunları cehaletin kör havuzlarından çıkarmak mümkün değil. Görürseniz muhatap olmayın kaçın. Ancak biz tarihi okumuş ve yorumlamış olanlar yeniçeriler olarak piyasaya allanıp pullanarak sürülen güruhun menfaatlerinin tersine hareket edildiğinde iktidarı nasıl zorlayacağını hatıralarında tutan insanlarız.

II. Mahmut

Neyse…Osmanlıda bir vesile bozulan tımar sistemi yerine geri konulamamış, tımar sistemi nedeniyle Anadolu’da yaşayan Türklerin hiçbirinde de sermaye birikimi de olmamıştır. Bunun ana sebebi tarım üretiminin tımar sistemi modelinden çıkarılamaması ve asker beslemekten öte bir vizyonun oturtulamamasıdır. Ha tabi Osmanlı’nın aşırı merkeziyetçi, mülkiyet kavramını temelden reddeden ve sosyalizme yakın iktisadi modeli ana etmenlerden birisi tabi.

Sermaye Birikimsizliği Çok Büyük Problem

19.Yüzyılın sonları ile sermaye birikiminin yavaş yavaş başlaması gerekirken ve aslında İttihat Terakki Cemiyeti tarafından bu sermaye birikimi oluşturulmaya çalışılırken süreç kesintiye uğramıştır. 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı devreye girmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti sermaye birikimsiz bir şekilde kendisini ilan etmiştir.

İttihat ve Terakki Cemiyetinin amblemi. İttihat birleşme, terakki ilerleme demektir. Cemiyetin sloganı Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet, Adalettir. Müsavat eşitlik, uhuvvet dostluk/yoldaşlık demektir.

Tabi hem 1. Dünya Savaşı öncesi dönem hem de savaş çıkmasıyla Osmanlı döneminde sermaye biriktiren, yerli ve milli olmadığı düşünülen sermayedarlar topuklayıp kaçınca biz el elde baş başta devleti kuruyoruz. Tabi koca Osmanlı imparatorluğundan bir şey kalmasını bırak üstüne bir de savaş tazminatı gelince bizimkiler yeni dünya düzeninde (imparatorlukların ölüp ulus devletin popüler olduğu düzen) çırpınmaya başlamıştır.

Dönemin kurucu kadrosu ve liderimiz Atatürk, kalkınma planlarıyla sürece çözümler arasa da hem sermaye olmaması hem de sanayinin daha bebeği bırak toprakta vitamin vaziyetinde olması (2. Abdülhamit döneminde yapılan bira ve alkoloid fabrikaları dışında ülkede bir nane yoktur) nedeniyle o dönem baya zorlanmıştır. Hayır bir de uyuz gibi o dönemde 29′ büyük buhranı yaşanmış, zaten sıkıntılı olan iç ekonomik vaziyetin üstüne bir şamar da dış ekonomik şartlardan yenilmiştir.

Ama şunu da eklemek lazım. Cumhuriyet’in başlarında ekonomik kalkınmanın sloganlarından birisi “üç beyazlar-üç karalar”dır. Beyazlar un şeker ve pamuk, karalar kömür demir ve petroldür. Petrol yokluktan yazılmıştır. Yani bir enerji tedarik stratejisi geliştirilmesi için. Yanlış anlaşılma olmasın. Gördüğünüz üzere burada kalkınmayı sağlayacak sermaye birikiminin temelinin bir bacağı tarıma dayandırılmıştır. Atatürk dönemi iktisat politikasında tarımla sermaye birikim sürecinin tetiklenmesi hedeflenmiş ve özel sektöre bırakılmış, sanayii ise devlet tekelinde oluşturulmuştur. Bunu şu şekilde de değerlendirmek gerekir. 1929 ekonomik buhranı neticesinde liberaller kuyruğunu köşeye sıkıştırıp kaçmış, J.M.Keynes reis ve düşüncesi globalin iktisat politikasını ele almıştır. Hal böyle olunca bizim kurucu kadro da bu durumdan etkilenmiştir. Ancak sanayiinin devlet tarafından yürütülmesinin o dönem zorunluluk olduğunu da belirtmek gerekir.

İzmir İktisat Kongresi

O dönem Banka Han binasında gerçekleştirilen İzmir İktisat Kogresinde tarım ürünü ihracıyla sermaye birikimi açıkça hedef konulmuştur. Kongrenin başkanı kurtuluş mücadelesinin önemli isimlerinden Kazım Karabekir paşadır. Kongrede toplanan çiftçi, sanayici ve tüccar tayfası Misak-ı İktisadi kararlarını almıştır.

“Kılınç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi.” M.K.Atatürk

Bununla birlikte yalnızca tarım kökenli sermaye birikimine bel bağlanmayarak hafif sanayi devlet eliyle kurulmuştur. Bu vesile ile tarım alanına dönük şeker, bez, süt, gülyağı, basma, ipek, sigara fabrikaları kurularak hafif sanayiinin yolu açılmıştır.

Bu arada şunu belirtelim. Kalkınma iktisadının reisi Korkut Boratav hocamın da dediği üzere her ne kadar kongreye her kazadan 8 kişi gelmiş ise de gelen çiftçi kadrosu yarıcı ya da esas tarlada üretim operasyonunu yapan çiftçi ekibinden değil ağa grubundan ibarettir. Yani çiftçinin izmir iktisat kongresinde tam temsilinden bahsetmek mümkün değildir.

İzmir iktisat kongresinde tarımla alakalı alınan kararlar ise özetle TMO buğday fiyatının belirlenmesi için kurulmuş, hayvan ıslahı yasası çıkmış, tarım kredi kooperatifi yasaları çıkarılmış, Ziraat Bankası yeniden yapılandırılması şeklindedir.

Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi Meselesini İdrak Etmek

Yukarıda anlatım bulan zorlu global koşullara rağmen ve aslında kurucu kadronun ciddi bir planlama ile kalkınma hamlesi ile bir şekilde İsmet İnönü devrine gelinmiş, İsmet İnönü döneminde tam şaha kalkacakken (tarımsal sermaye birikimi manasında) 2. dünya savaşı başlamış, Alman savaş makinesinin (Wehrmacht) yarattığı korku ile yerli ve milli sermaye birikimi yaratma endişeleri nedeniyle varlık vergisi gibi uygulamalar yapılmıştır.

Şükrü Saraçoğlu Time’da manşet.

Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu her ne kadar 5 Ağustos 1942’de okuduğu hükûmet programında “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. (…) Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir” diyerek yerli ve milli sermaye birikimini hedef koysa da o dönem varlıklı olan büyük hacimli Türk çiftçisinin de canına okunmuştur.

Biz siyaset yazımızda kendi sermaye grubunu yaratma meselesine değinmiştik aslında. Bunu yapmak için dönemin hükümeti 1945’te Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çıkartılıyor. Ancak büyük çiftçilerin tamamı hem toprak vergisiyle ezildiğinden hem de bu kanun ile ağalıklarını kaybedeceğinden isyan ediyorlar ve rakip partiye geçiyorlar.

Tüm bu iç kavgalar sürerken koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1950’ye kadar halen doğru düzgün bir sermaye birikimi oluşturamamıştır.

Ha bu konuda hangisi doğru hangisi yanlış diye fikrim var ama şimdi ideolojik prese maruz kalamam. Uğraşamam da eşe dosta anlatıyorum işte kendi fikirlerimi. Onu geçin.

Kısa Bir 45′ Sonrası Uluslararası Politika Dersi

1950 yılına geldiğimizde Türkiye’de iktidar değişmiştir. İktidarın değişmesindeki ana sebeplerden birisi yukarıda anlatım bulan toprak mahsulleri vergisi ile fakirleşen Anadolulu garibanların tepkisidir.

Aslında çoğu zaman Adnan Menderes’e laf ederim liberal diye ama onun dönemindeki iktisadi politikaların mevzuu biraz farklıdır. Malum o dönem 2. Dünya savaşı Alman tarafının net mağlubiyeti ile sona ermiş, ancak Almanya’nın yarısı SSCB’nin yarısı ABD’lilerin elinde kalmıştır. (Doğu Almanya – Batı Almanya Hikayesi).

Bu süreçte artık iki kutuplu dünya düzeni tüm yuvarlağı etkisi altına almıştır. Hem SSCB hem ABD muhtelif yöntemler ile taraf toplamaya çalışmışlardır. Burada yani nüfuz mücadelesinde kritik bölge demir perde ülkeleri dediğimiz Avrupa’nın doğu kısmı ile buranın doğusunda kalan ve Rusya’nın etkisi altında olan bölgedir. Olayı resmileştiren NATO’ya üye ülkeler vs. Varşova Paktına üye ülkelerdir.

Biz o dönemde NATO’yu seçmişizdir ama aslında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin NATO seçimi bir gruba mensubiyet değil, NATO’ya üye olarak kendisini NATO ülkelerinin saldırılarından korumaktır. (Bunu günümüzde daha iyi anlıyor olmanız lazım.)

Biz NATO’yu seçiyoruz ama ABD o dönem sovyetlerden öyle ürküyor ki Marshall Planı adlı bir ekonomik yardım paketi çıkarıyor. Tabi SSCB de buna karşın hemen Molotov Planı koyuyor masaya. Özetle ideolojik sınır ülkelerine mali teşvik paketleri ile soğuk savaş daha da soğuyor.

Bir de Şükrü Saraçoğlu hükümeti döneminde uygulanan iki politika Adnan Menderes’i delirtiyor. Öncelikle şunu söyleyelim. Adnan Menderes Aydın’lı büyük çiftçilerden olup Çakırbeyli çiftliğinin sahibidir. Çakırbeyli çiftliği ise Adnan Menderes’in annesi olan Tevhide Hanım’ın babası Hacı Ali Bey’e, Kırım Savaşı’nda gösterdiği başarılardan dolayı paşalık unvanıyla birlikte padişah tarafından hediye edilmiştir.

Saraçoğlu döneminde uygulanan toprak mahsulleri vergisi ve çiftçiyi topraklandırma kanunu Menderes’in hem vergi yükünü arttırmış hem de ağalığını bozmuştur. İşte bu sinirle iktidara gelen Menderes, ABD’den marshall yardımlarını da alınca tarımda makineleşmeyi arttırmıştır.

Ha Adnan Menderes zaten kalkınma politikasını dış kaynak temini ile tarımsal ürün ihracına dayandırmıştır ki zaten şahsımın Menderes’in politikalarına eleştirisi buradan kaynaklanmaktadır. Bu ayrı mevzu.

1950 sonrası dönemi kırsal nüfusun artışta olduğu nadir dönemlerdendir. Bunun sebebi de Menderes’in uyguladığı tarım teşvikli politikalardır.

Bir Anı

Şimdi bununla alakalı bir anımı anlatayım. Rahmetlik dedem (çok severdim, ruhu şad olsun) iyi DP’li idi. Kendisiyle çok konuşamadık ama (ben ona yetişemedim, vefat ettiğinde lise sondaydım) hep DP şöyle iyi böyle iyi diye överdi.

Bir gün dedim dede hayırdır, yani bu kır at ne etti size filan. Saraçoğlu döneminde bu toprak mahsulleri vergisiyle bizimkilerin hayvanlarının yarısını almışlar. Bir de köyde bizimkiler toprak sahibiymiş, marabaya toprağı verdiler biz çalıştıracak adam bulamadık filan derdi. Menderes geldi hepsini kaldırdı diyordu.

Sanırım Menderes’in Anadolu köylerinde gördüğü hürmetin ve merkez sağ partilerin Anadolu coğrafyasında halen popüler olmasının sebebi bundan ibaret.

Aslında Menderes’in temel stratejisi köylüyü çiftçi yapma stratejisidir. Yani yarım kalan sermaye birikimini tamamlayalım meselesi. Ancak bunun finansman modeli düşündürücüdür.

Memleket…

Tekrara düşeceğim ama tarım politikasında çiftçilere toprak dağıtılması vs. tarımın büyük çiftçilerle yapılması halen tartışma konusudur. Bu konuda görüşlerinizi buna göre şekillendirin.

1960-1980 Arası

Aslında bu dönemi ithal ikameci dönem olarak biliriz. Bu genel politika tarafını geçip tarım politikasına bakalım.

1960 dönemi gelen darbe hükümeti doğrudan sanayiye ağırlık vermiştir. Bu dönemde bebek endüstri mantığıyla yaklaşılan sanayii sektörünün gölgesi altında kalan tarım sektörü aslında sürece iyi girmiştir. İktidarı alan MBK hükümeti ilk beyanında “Ferdî mülkiyet esaslarına riayet edilmek suretiyle topraksız vatandaşların toprak sahibi kılınması ve mevcut arazinin en verimli bir şekilde işletilmesi için gerekli tedbirler alınacak ve bu gibi sahalardaki yatırımlara önem verilerek şahsi teşebbüsler teşvik edilecektir.” hususlarına değinmiştir.

Toprak reformu yasası (çiftçiye toprak verilmesi) büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına zıt olarak görülmüştür. Bu yüzden mecliste ciddi muhalefetle karşılaşmıştır. Ancak yine de ağa olarak nitelendirilen ve belirli ideolojiye hizmet eden kişilerin maiyetindeki topraklar el altına alınmış ve bu şahıslar sürülmüştür. Daha sonra bu şahısların toprakları tekrar dağıtılsa da ağalar yanlış seçilmiş ya da seçilen ağa da zamanla güç zehirlenmesine uğramıştır.

60’lı yıllarda hükümetler sıklıkla dekar başı verimliliği arttırarak tarım sektörüne yine bir teşvikli kaynak aktarıp döviz getirisi sağlayan kanal gözüyle bakmış, ancak hem dönemin hükümetlerinin bir politika uygulama kararlılığının olmaması hem de iç çatışmalar münasebetiyle politikalar yeterince etkin şekilde uygulanamamıştır.

Alparslan Türkeş, bu fotoğraf sanırım darbeden evvel çekişmiş.

Dönemin kalkınma plan/programlarına baktığımızda şu ifadelerin tekrar edildiğini görüyoruz.

1- Tarım sektörünün içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal şartlar dikkate alınarak adil bir vergileme sistemi uygulanacaktır.

2- Kooperatifleşme teşvik edilecektir.

3- Tarımsal eğitim geliştirilecektir.

4- Tarım reformuyla tarımda iyileşme sağlamak hedeflenmiştir.

5- Plânda tespit edilen tarımsal hedeflere ulaşabilmek için, tarımsal üretim çiftçilerce yapıldığına göre, çiftçilerin çalışmalarını bu hedeflere doğru yöneltmek gerekmektedir.
Tarım kredisi bu konuda tesirli bir araç olarak kullanılacak ve bünyevi ıslahat ve işletmeleri geliştirmek için yapılacak yatırımlar desteklenecektir. Aynı zamanda verimliliği yükseltecek girdilerin daha çok kullanılmasını sağlamak için tarım kredisinden yararlanılacaktır.

Yine hükümetlerin çoğu şunlardan bahsetmiştir:

Tarımsal faaliyetlerin ekonomik ve sosyal bakımlardan en elverişli şartlar içerisinde cereyan etmesini sağlayacak olan bu reformu anayasada yer alan ilkelere uygun olarak, topraksız köylünün toprak sahibi yapılması, yoksul çiftçinin toprağı işleyecek imkânlarla teçhiz edilmesi, çok bölünmüş tarlaların iktisâdi işletmeye elverişli üniteler halinde toplanması olarak anlıyor, tarımsal üretimin bir unsuru olması dolayısıyla da asıl olan tarım reformunun temeli kabul etmiş ve bu yönde faaliyetlerini yürüteceğini belirtmiştir.

Yukarıdaki cümlelerin aynısını şimdi de duyuyoruz. Ancak gelmiş olduğumuz noktada çözümün yukarıda sayılanlar olmadığı da açık. Neyse buna başka yazıda değineceğim.

1980 Sonrası Tarım Politikaları

Malumunuz ülkemiz darbeli bir ülke. 80’de de darbe oluyor ve sonra Özallı yıllar başlıyor.

Özal globalde o dönemde popüler olduğu üzere sıkı bir neo-liberal ve tüm politikaları da bu şekilde. Haliyle tarım sektörü de bundan nasibini alıyor.

Belirtilen dönemde ülkenin dışa açılımı ve dünyayla rekabeti kapsamında tarım da dışa açılmış, bu süreçte yapılan çalışmalarda tarımın GSYİH içindeki payının düştüğü gözlemlenmiştir.

Burada etkin olan 24 Ocak kararlarıdır. Belirtilen karar kapsamında sübvansiyon ödemeleri düşürülmüştür. Bununla birlikte sübvansiyonlu tarım kredisi faizleri arttırılmıştır.

90’lı yıllara meşhur şapkasıyla Süleyman Demirel damga vurmuş, “rakip parti tarımsal ürün alım fiyatına kaç lira verirse 5 lira daha fazla veririm” diyerek oy toplamaya çalışmıştır. Haliyle oylar bu manşet vaatle toplanınca vaadi yerine getirmek gerekmiştir. Bu durum ise bütçenin canına okumuş, devam eden süreçte tarım destekleri bütçenin mahvolmasının sebebi olarak gösterilerek tekrar düşürülmüştür.

Terör Kıskacında Uygulanan Feodal Rejimin Verimliliği Düşürmesi

Sanırım strateji yazımda bir terör örgütüne karşı uygulanabilecek en iyi taktiğin kontrgerilla yaratmak olduğunu anlatmıştım.

Türkiye’de kökü 1978 yılına dayanan ve 94’lü yıllarda pik yapan PKK sorunu yine 94’lü yıllarda uygulanan kontrgerilla stratejisi ile azaltılmıştır.

Ancak terör sorunu hiçbir zaman tam anlamıyla sıfırlayabileceğiniz bir sorun değildir. Bunun sebebi sorunun ideolojik boyutlarının olmasıdır. Bir ideoloji ne kadar saçma olursa olsun arkasından birilerini sürükleyecek tabii.

Burada sorun terör sorununu azaltılmış seviyede zapt etmektir. Bu kapsamda doğrudan kaynağa gidilerek sorun çözülmeye çalışılır. Burada finans kaynakları ve destek kaynakları kesildiğinde sorunu azaltılmış şekilde çözebilirsiniz. Gerilla yazımızda ve Mao yazımızda halk desteği olmayan bir gerilla hareketinin asla başarılı olamayacağını anlattık sizlere. Yani aslında terör örgütlerini kontrol altında tutmanın iki yolu var biri finansman desteğini kısmak diğeri halk desteğini azaltmak.

Jitem bordrosu…Gerillanın ilacı kontrgerilladır.

İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu sorunu çözebilmek için halk desteğini kesmeyi amaçlamış, bunun için de tarım politikasını devreye sokmuş, özellikle Güneydoğu bölgesinde büyük ailelere ve feodal yapıya dokunmamış, büyük aileleri muhtelif siyasi imtiyazlar vermek suretiyle kendi yanına çekmiştir.

Tarım bu işin toprak dağıtım kısmındadır. Özellikle Güneydoğu bölgesinde çiftçileri topraklandırma kanunlarının işler olmamasının/işler hale getirilmemesinin sebebi budur.

Aslında burada büyük çiftçilik faaliyetinin zaman içerisinde verimliliği arttırarak ciddi sermaye birikimi sağlamasını bekleriz. Evet muhtelif örneklerde bu durum gerçekleşmiş ancak genele sirayet etmemiştir.

Özellikle bu bölgede yaşanan sermaye birikimi yöredeki tarım verimliliğini arttıracak şekilde gerçekleşmemiştir. Bunun sebebinin yöredeki feodal ağaların ve toprak sahiplerinin gelişime uzaklığı olarak görmekteyim.

2000 ve Sonrası

2000’li yıllarda yaşanmış olan kriz ve bu krizin IMF ile aşılması nedeniyle IMF’nin bazı programları kabul edilmek zorunda kalınmıştır. Tarım politikası da 2000’lerin başlarından programın bittiği 2007’ye kadar bu kapsamda düzenlenmiştir.

İşte bu IMF programı kapsamında Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) uygulamaya konulmuştur. ARIP, tarımın bütçe üzerindeki baskısını azaltmayı hedeflemektedir. ARIP programı temel olarak 3 sacayağına sahip olup tarımın daha da fazla büyümesi için muhtelif desteklerin tamamen kaldırılarak DGD sistemine geçilmesi, fiyat ve girdi desteklerinin aşamalı olarak kaldırılması ve tarımdaki devlet işletmelerinin özelleştirilmesini kapsamaktadır.

Buna yani ARIP programına yorum yapmak istemiyorum. Açıkçası bu programın zaten tarım sektöründe herhangi bir gelişme/büyüme yaşatmayacağı açık. Ancak burada gülünü seven dikenine katlanır durumu mevcut. (gül: IMF parası, diken: tarımdan devletin çekilmesi)

Özet

Şöyle bir özet geçecek olursak Türkiye’de 2000’li yıllara kadar aşağıdaki politikalar uygulanmıştır:

destekleme alımları (ürünün doğrudan devletin belirlediği fiyattan -taban fiyat- alınması

girdi destekleri (üretilen ürün tipine göre mazot, gübre, yem, tohum,sulama,suni dölleme,kovan)

ürün sübvansiyonları (ürün bazında fiyat üzerine verilen primler)

kredi sübvansiyonları (girdi temini maksatlı kullandırılan indirimli faiz oranlı krediler)

topraklandırma kanunları

2B Hazine arazisi teslimi

genç çiftçi faiz imkanları

kadın çiftçi faiz imkanları

sıfır faiz oranlı yatırım kredileri

AB destekli IPARD hibe programı

Mekanizasyonun teşviki

Kooperatifleşmenin teşviki

İyi tarım ve organik tarım teşviki

toprak analizi teşviki

Sertifikalı fidan üretim ve kullanım teşvikleri

Seracılık teşviki

Stratejik ürün bazlı teşvikler

Tarım ürünlerinden ithalata vergi politikası

Şimdi normalde bu politikaları tek tek masaya yatırıp artısıyla eksisiyle değerlendirmemiz yazıyı tamamlayacak ana unsur olarak görülebilir. Ancak ben bunu yapmayacağım. Çünkü benim kafamdaki tarım modeli tamamen farklı bir konseptte. Yani tarım sektörünün tekil politikalarla neo liberal sistemin avucuna bırakılması taraftarı olmadığımdan uygulanan politikaların değerlendirilmesi de yarım olacak. O yüzden girmedim o işe.

Türkiyede tarım politikaları yazımızın sonuna geldik. Tarım yazısı serimiz devam edecek. Esen kalın.

yatirimkurusu

10 yıldır finans sektöründe denetçi, İngilizce biliyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
error: İçeriklerin kopyalanması engellenmiştir.