Politika

Modern Dünya Sistemi Teorisi Nedir?

Efenim cümleten selamlar. Malumunuz uluslararası ilişkiler anlamında bir akademik derecem/mezuniyetim yok. Ancak ilgim ve okumuşluğum çok. Halen de keyifle okumaya devam ediyorum. Bu ilginin sebebi iktisat bilimin salt iktisat olarak değerlendirmenin çoğunlukla beni yanlış tahminlere yönlendirmesi, siyaseti ekstra sevmem ve bundan keyif almam. Bu doğrultuda bugünkü meselemiz modern dünya teorisi nedir meselesi.

Şimdi teori filan diyoruz ama işin mucidi bu işe teori dememiş analiz demiştir. Hani kendisinin teori denilmesine özel bir husumeti var ve kavram analiz olarak ortaya çıkmıştır. Benim teori yazmamın nedeni kendisine olan gıcıklığımdan değil Google aramalarında önlerde çıkma isteğimdir.

Teori esasen Marxist düşüncenin politik eksene yansıması olarak değerlendirilmektedir. Okurken bunun farkında olun. Yaw bu marx temel olarak ne diyordu babacan diyorsanız iktisadi düşünceler tarihi yazıma göz atın gelin. Bu teorinin marxist düşüncenin politikaya yansıması olarak değerlendirilmesinin sebebi sermaye kavramını bütün unsurların önüne koyması ve uluslararası ilişkileri sermaye çekirdeğinden hareketle açıklamasıdır.

Modern dünya teorisini ortaya atan düşünür immanuel wallerstein dır. Teori uluslararası oyuncuları merkez ülke (center/core), çevre ülke (periphery) ve yarı çevre ülke (semi periphery) olarak tanımlar.

Modern Dünya Sistemi Teorisi Nedir ?

Uluslararası ilişkilerin de bu ülkeler arasındaki bağımlılık ilişkileri (bu ülkelerin birbirleri ile aralarındaki sermaye, hammadde, enerji, gıda, su tedariği ilişkileri) çerçevesinde oluştuğunu söyler.

Teori, benim devlet yazımda da üstüne basarak belirttiğim üzere, uluslararası ilişkilerin hiçbir manevi unsur içermeden, sermayenin birikimi ile toplumsal refahın eşit olduğu materyalist/realist bir dünya için geçerlidir. Bu yüzden devletlerin politikalarını belirlerken sermayenin kazancını esas alarak toplum refahını arttıracağı düşüncesi ile bir sistem oturtulduğunu söyler. Aslında teori tıpkı marxist düşünce gibi kapitalist iktisat düşüncesinin politik yansıması olan liberal düşüncenin eleştirisi şeklindedir.

Yazıyı derinleştirmeden tekrar belirtiyorum: Devletler arası ilişkilerin kuralları rıza ya da fikir birliği yoluyla belirlenmez. Bu kurallar, kuvvetli devletlerin daha zayıf devletlere ya da birbirlerine dayatma yapması yoluyla belirlenir. (Ulan barış güvercinleri hala gitmediyseniz defolun ya!)

Merkez/Çevre/Yarı Çevre Ülkeler Hangileri?

Efenim 2000 yılında chase-dunn ve 2005 senesinde Babones tarafından merkez ülke çalışmaları yapılmış ama yani bu listelerde Yunanistan, İspanya İrlanda filan görünce kriz geçirdim. Yani tabi bu adamlar muhtelif teknikler kullanmış ama bunlar yanlış. Ulan yunanistan nasıl merkez ya. Neyse sövmeyeceğim.

Benim nazarımda dünyada halihazırda Merkez Ülke olarak nitelendirebileceğimiz 6 ülke mevcut. Bunlar sırasıyla Çin, ABD, Rusya, Almanya, Büyük Britanya ve Japonya.

Yine Dunn ve Babones tarafından yarı çevre ülkeler tanımlanmış. Ancak burada yarı çevre ülkeler halen geçerli değil çünkü analizlerin üstünden ciddi vakit geçmiş. Efenim burada tek tek ülke sıralamasına girmeye gerek yok ancak meksika, Türkiye, Brezilya, Hindistan, Fransa vb. Ülkeler yarı çevre olarak nitelendirilebilir. Bunlar modern dünya sistemi teorisinin etinden sütünden faydalanmakla birlikte kısmen de sömürülür. 

Çevre ülkeler ise herhangi bir kapitalist düzene geçmemiş sömür sömür sömürülen ülkeler için geçerlidir. Bir çok Afrika ülkesini bu klasmana katabiliriz.

Doğu vs. Batı

Aslında buraya kadar anlatmış olduğumuz somut ve acımasız hikayenin acıklı kısmına gelmeye başladık. Duygusallar peçete stoklarını çıkarsın.

Efenim globalin iktisadi gelişimini okursanız şunu fark edersiniz; sürekli olarak nüfusu fazla olan, doğal kaynakları bulunan ve üretmeye çalışan bir doğu bloku ve bu bloka karşı tüketen ancak parası olan bir batı.

Durun hemen doğunun tarafını seçmeyin. Sonuçta büyüyen her güç (evet Osmanlı ve bilimum Türk devleti dahil) emperyal hedefleri olan bir canavara dönüşür. Dönüşmek zorundadır. Çünkü biyoloji biliminde sizlere okutulan doğal seleksiyon tüm genlerinize işlemiş durumdadır ve hayatta kalma güdünüz emin olun tahmin ettiğinizden çok daha güçlüdür.

Özetle doğunun da batının da emperyal hedefleri vardır. Bu emperyal hedeflere ulaşmak için iki taraf da farklı modeller kurgulamıştır. İki tarafın da kurguladıkları modeller ekonomik büyüme/kalkınmanın arttırılması için üretim fonksiyonun unsurlarını arttırmaya yöneliktir. 

Nedir? Üretim fonksiyonu işgücü, arazi, sermaye ve girişimden oluşur. Devam eden süreçte bu formüle teknoloji ve inovasyonu ekleriz. Bazıları da bu iki mühim arkadaşı girişim faktörünün içinde değerlendirir.

İşte bu denklemde doğu her daim iş gücü ve araziyi arttırmaya odaklanmışken batı arazi ve sermaye artışına odaklanmıştır.

Savaşı Kim Kazandı ?

Modern dünya sistemi teorisine göre savaşı batı kazandı. Çünkü doğru ata yani sermayeye oynadılar. 

Batı savaşı uzun süredir galip götürüyor, dediğim gibi yaklaşık 10. Yüzyıldan beri.(Evet Osmanlı da batı yani sermaye birikimi tarafında) Ancak 18. Yüzyılda yaşanan sanayi devrimi ile birlikte galibiyet durumu bir anda hegamonyaya dönüştü.

Ancak ben bu savaşın bitmeyeceğini ve sürekli olarak farklı koşullar altında oynanacağını, gelmiş olduğumuz 2022 itibariyle artık doğunun yavaş yavaş öne geçmeye başladığını ve hakimiyeti ele geçireceğini düşünmekteyim.

Merkez Ülkeler Nasıl Kazanıyor?

Tarihsel çerçevede batının nasıl sermaye biriktirdiğini anlattım. Bir merkez ülkenin modern dünya teorisinden kazançları ise şu şekildedir.

  1. Çevre ülkelerden hammadde sömürülür
  2. Ucuz işgücü çevre ülkelere doğrudan yabancı yatırım yapılmak suretiyle kullanılır
  3. Bu ülkelere yapılan yatırımlardan ciddi para kazanılır
  4. Merkez ülke sadece sermaye ihracından değil sermaye 1 malları olarak nitelendirdiğimiz nitelikli/katma değeri yüksek ürünlerini satmak için bir ihracat pazarı kazanmış olur
  5. Çevre ülkelerdeki yetenekli iş gücü göçü sağlanır (beleşe yetişmiş eleman)

Merkez/Çevre/Yarı Çevre Ülkeler Nasıl Oluştu? (Şahsi Görüşler)

Gelelim bu süreçte teoride anlatım bulan merkez/çevre/yarı çevre ülkelerin nasıl oluştuğuna. Efenim dövüş sürekli devam ediyor dedik ama 16. Yüzyıla gelindiğinde batının sermaye birikimi ciddi şekilde büyümüştü. Bunu hammaddesi olan ülkelerin hammaddelerini sömürerek, işgücü yüksek olan ülkelerin işgücünü sömürerek ve sürekli olarak bilimi bir adım önde tutarak (teknoloji ve inovasyon) başardılar.

Sermaye gücü eline geçen batı bu tarihten sonra şunu uygulamaya başladı: tefecilik.

Sermayesi olan adam sermayesini çalıştırır. Gidip kendisi üretmeye çalışarak işin ameleliğini yüklenmez. Üretmek zordur, komplekstir. Kendisi çalışmak yerine sermayesini çalıştırır ve para kazanmaya bakar. Batı da bunu yapmıştır. 

Sermaye ihtiyacı olan ülkelere sermaye ihraç edilmiş, bu ülkeler tarafından batıdan alınan borçlar ile üretilmiş olan ürünler yine batıya satılmıştır. Bu üreten yani amele ülkelerden işi iyi yönetemeyenler ya da yöneticileri manipüle edilebilenler daha da fazla borçlanmış, moratoryum durumuna gelmiş ve daha fazla taviz vererek elindeki sermayesini de kaybetmiştir. Ya da batı o ülkenin gücünü eline geçirmiştir.

Yani bugün de dahil merkez ülke olarak nitelendirdiğimiz ülkeler sermaye, sermaye yoksa da teknoloji ve inovasyonun gücünü kullanarak erken kapitalistleşen ülkelerdir.

Dip Not: Tarihte ilk kez bir doğu ülkesi merkez ülke olmuyor ama Çin hegamon güç olma yolunda son adımlarını atıyor artık. Belki de dünya olarak sonu bilinen bir hikaye için saatlerimizi geriye kurduk. Çin’in hegamon güç ya da merkez ülke olma hikayesini Çin yazımızda anlattık. Bu yazıyı okuduğunuzda Çin’in merkez ülke olmak için nasıl sermaye biriktirdiğini ve esasen merkez ülke olma yönteminin değişmediğini iletelim. Bunun farkında olunuz.

Çevre ülkeler kavramı ise doğrudan merkez ülkelere hammadde, enerji ve bilimum tüketim ürünleri hazır edip önüne koyan esasen sömürülen ülkelerdir. 

Wallersteine göre sistemin kilit noktalarından birisi yarı çevre ülkelerdir. Yarı çevre ülkeler kast sistemi arasında geçiş sağlayan bir ümit nirengi noktasıdır. Yani çevre ülkeler yarı çevre ülke olma gayretindedir. Yarı çevreler ise merkez olma derdinde. Yarı çevre ülkeler hem sömüren hem sömürülen hem sermaye ihraç eden hem de ithal eden ülkelerdir. 

Yarıçevre ülkeler çoğu zaman hammadde ihraç etmez. Ancak bunların yeterli sermayesi de yoktur. Ancak siyasi ihtiyaçlarına binaen büyümek zorundadırlar. Bunlar ara malı üreten ülkelerdir.

Tabii ki bu durumun bütün ülkeler farkındadır. Yani özellikle çevre ve yarı çevre ülkeler sömürüldüklerinin ya da bu savaşı kazanmalarının çok zor olduğunu bilmemekte midir? Kesinlikle bilmektedirler. Peki bu adamlar kaybedecekleri oyunu niye oynuyorlar?

Yani sonuçta teori oldukça doğru ve makul. Ancak istisnai durumlar dışında kastlar arasında hareket oldukça güç. Yani sistem merkez ülkelerin sürekli daha fazla sermaye biriktirmesine ve günün sonunda gücüne güç katmasına dayanıyor.

Oyunun Sonu Belli Mi?

Efenim yazının üst kısmında da detaylıca bahsettik sürekli merkez ülkeler kazanıyor. Peki çevre ve yarı çevre ülkeler bu düzene niye başkaldırmıyor? Bunlar gerizekalı mı? Sonuçta sayıları daha fazla.

Maalesef savaşlar eskiden Osmanlı nın kazandığı gibi niceliği yüksek olanın değil niteliği yüksek olanın kazandığı savaşlardan oluşuyor. Yani tüfek icat oldu mertlik bozuldu lafı bir eski kafa güzellemesinden ibaret. 

Geldiğimiz düzende kafası daha fazla çalışan daha çok kazanıyor. Şimdi batı sermayeye oynamış ve sermaye ihracı ile elde ettiği kazanımları bilime ve askeri gelişime harcamıştır.

Bilim yoluyla daha etkin üretimin yollarını bulmuş ve toplam sömürüsünden elde ettiği kazanç ile askeri alanda genişlemiştir. Böylece gücünü hem askeri manada hem nüfuz anlamında hem de soft power anlamında arttırmıştır.

Yani çevre ve yarı çevrelerin kafa kaldıramamasındaki sebep merkez ülkelerin iktisadi ve askeri tehditleridir. Bugün siz ortadoğu coğrafyasında hegamon güç ABD den habersiz adım atamazsınız. Çünkü bu adam gelir sizi yer. Sizden çok daha sonra coğrafyaya gelmiş olsa dahi sizden çok daha fazla nüfuz etmiştir. 

Aynı şekilde Afrikada nasıl Çin’den habersiz adım atamayacak ya da doğu bloku ülkelerinde (polonya, belarus, ukrayna, gürcistan, macaristan, romanya,..)Rusya’dan habersiz atamayacak olduğunuz gibi.

Oyunun oynanması aslında bir zorunluluk. Yani sistemin içinde olmak zorundasınız. Ancak şunu da belirtelim. Her çevre ülke sömürülse dahi bir kazanç elde etmektedir. Bu kazançla oyunun kurallarına uyarak bir üst kasta taşınmayı hedefler. Keza kastlar arasında da seviyeler bulunur ancak bu mesele başka bir yazının konusu.

Oyunun İçerisinde Güç Elde Etmek

Güç kavramı kendi içerisinde emperyal hedefler içerir. Yani güç kavramını kabul etmek ve bu kavrama ulaşmaya çalışmak sömüreceğiniz ve sömürüleceğiniz anlamına gelir. İşin aslında siyaset her anlamda sömürü demektir.

Güç kavramı sıralaması bu noktada önemlidir. 

Önce aileler daha güçlü olmak için siyasi ittifaka girip güçlerini birleştirerek (genelde sermaye sahibi aile ile kalabalık aile birleşir) devlet mekanizmasının temelini atarlar. Yani güç olurlar ve öncelikle kendi coğrafyalarında iç hakimiyeti sağlamaya çalışırlar. 

İç hakimiyeti sağlayıp güçlülüğünü ispat ederek kurumsallaşan yani devlet olma niteliğini tamamlayan unsurların bir sonraki hedefi benim yarı bölgesel güç olarak nitelendirdiğim başta komşuları ile arasındaki ilişkilerde hegamon olma hedefi taşıyanlardır.

Yani sıralamaya yukarıdan bakarsak güç (içsel güç), yarı bölgesel güç, bölgesel güç, merkez güç.

Bu çerçevede özellikle ülkemizinde içinde bulunduğu yarı çevre ülkelere bir göz atmakta fayda var.

Ekonomi literatüründe gelişmekte olan ülke olarak adlandırılan ülkelere temelde hep ikiye ayırarak analiz ettim. Biri hammadde ihracatçısı olan gelişmekte olan ülkeler bir diğeri de hammadde yoksunu ancak sanayisi gelişmiş ara malı üreten ya da amiyane tabir ile montajcı ülkeler.

Bu yarı çevre ülkelerin de kendi çapında bir coğrafi güç mücadelesi bulunmaktadır. 

Eskinin global ekonomi politiğinde yani tek kutuplu dünyasında bu ilişkilere ABD’ye karşı verilen tavizler artı kendi iç iktisadi/askeri/siyasi gücü karar veriyordu. Ancak geldiğimiz çok kutuplu dünya düzeninde artık bu işe öncelikle sizin taraf olduğunuz kutbun gücü, daha sonra bu kutup içerisindeki yeriniz (verdiğiniz tavizler), ondan sonra  kendi iç gücünüz ve bağlı unsurları karar verecek.

Yarı bölgesel güç kavramına baktığımızda hegamon güç ile olan güç ile ilişkilerden hemen sonra gelen ve hemen dibinizdeki sınır komşularınız ile olan ilişkiler ön plandadır. Bu ilişkilerde yani iktisadi, ticari, tedarik, askeri ve soft power ile nüfuz başlıklarında tüm komşuları üzerinde politikalarını kabul ettirme yetisi bulunan ülkelere yarı bölgesel güç diyebiliriz.

Bunun hemen akabinde ise bölgesel güç kavramı gelmektedir. Bölgesel ifadesinden kastımız esasen fiziki coğrafya ile alakalıdır. Bildiğiniz üzere dünyayı temel olarak 7 kıtaya ayırmış olsak da bölgeler bazında kuzey amerika, güney amerika, batı avrupa, orta avrupa, doğu avrupa, güney avrupa, kuzey avrupa, ortadoğu, kuzey afrika, orta afrika, güney afrika, orta asya, güney asya ve güney doğu asya olarak bölgelere ayırmış bulunmaktayız. Bahsettiğimiz bölgesel güç kavramları temel olarak bu coğrafyalardan geçmektedir.

Küreselleşmenin yavaşladığı ve iktisatta keynesyen düşünceyle (kalp) birlikte talep yönlü, ulusal üretim gücünün ortaya çıktığı günümüzde siz teorinin etkinliğini kaybedebileceğini düşünüyor olsanız da ben pek bu düşüncede değilim açıkçası. Şahsi düşüncem teorinin uzunca bir süre etkinliğini sürdüreceği.

Efenim modern dünya teorisi yazımızın sonuna geldik. Esen kalın.

yatirimkurusu

10 yıldır finans sektöründe denetçi, İngilizce biliyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
error: İçeriklerin kopyalanması engellenmiştir.