1994 Krizinde Ne Oldu ?

Bu yazımızda konumuz 1994 krizinde ne oldu meselesi. 1994 yılında Türkiye’nin ilk kadın başbakanı Tansu Çiller başbakanlığında girilen 1994 krizi konusunu kapsamlıca inceleyeceğiz.
Yazının sonlarında ise iktisada ilişkin yorumlar yapacağız. Bununla birlikte Türkiye’deki tüm ekonomik krizlerin kısa bir özetini okumak için Türkiye Ekonomik Kriz Tarihi yazımı okuyunuz. Yine bu süreçteki siyasi vaziyeti anlamak için Türkiye’nin Kısa Siyasi Tarihi yazımı tavsiye ederim.
1994 Krizinde Ne Oldu ?
1991 yılında seçim yapan Türkiye’de Süleyman Demirel’li DYP birinci parti, Anap ikinci parti, SHP ise üçüncü parti olmuş, Cumhurbaşkanı ise Turgut Özal seçilmiştir ve Türkiye yeni bir siyasi döneme girilmiştir. Ancak işler 1993 yılında Turgut Özal’ın vefatının ardından Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığına geçişi ile değişmiştir. Süleyman Demirel’in yerine yapılan oylamada DYP genel başkanlığına ve dolayısıyla ülkenin Başbakanlığına Süleyman Demirel döneminde ekonomi yönetiminde yer almış Prof. Dr. Tansu Çiller geçmiştir.

Koalisyonun kavgalı ortamında günler günleri takip ederken önemli sorunlardan birisi olan kamu borcu yüksekliği iyiden iyiye dikkat çekmeye başlamıştı. Tabi şimdi günümüz gençleri ülke ekonomilerinin refahını arttırmak için kamunun borçlandığı dönemleri hatırlamayabilirler. O dönemlerde büyüme için şimdilerde olduğu gibi bireyler ve şirketler değil ülkeler borçlanıyordu.
1994 Krizi: Ekonomik Ortam
Efenim liberalizmin dört bir koldan ülkenin etrafını sarmadığı (kısmen sardığı) o dönemlerde Türkiye yine bir gelişmekte olan ülke olarak tanımlanıyordu. GOÜ lerin en büyük problemi alt yapı, ulaşım v.b. yatırımlar demiştik. Kamu özel işbirliği projeleri ya o dönemdekilerin aklıma gelmedi ya da siyasi tepkiden korkup yapmadılar bilemiyorum ama altyapı yatırımlarını sağlamanın yolu bugünkü gibi değildi. Yani işi özel sektör yapmıyordu.
Bizzat devlet kendisi çizmelerini giyip, makinelerle dağa tepeye dalıp kendisi yürütüyordu tüm projeleri. Turgut Özal dönemi ise başta köprüler olmak üzere bu borçların harcandığı alanlardı. Yani yatırımın geri dönüşü, katma değeri oldukça tartışılır ancak vizyoner projeler diyelim biz bunlara. İşte bu gerekçeyle o dönemde kamu borcu oldukça yüksektir ki zaten Çiller’in en büyük sorunu budur.
Bunun yanında 1980’den 1990’lı yıllara kadar Turgut Özal’ın liberal politikaları yan etkisini göstermiştir. Ülkedeki dış ticaret serbestisi ihracatı arttırmakla birlikte biraz para kazanan ve serbestleşen halkımız derhal ithal ürünlere yönelmiş ve ithalatı ihracattan daha fazla patlatmıştır. Bu durumda doğrudan cari açık sorununu birlikte getirmiştir.
Yani dönemin ekonomik fotoğrafına bakınca faizi dahi ödenmekte güçlük çekilen ve iç borç ağırlıklı oldukça fazla bir kamu borcu, yüksek faiz ve canavar gibi bir cari açık vardır.Bu sorunlar da çözülmelidir. Tansu Çiller ilk atağını kamu borcunu çözmek yönünde yapmış ve ilk ve tek hamlesi başarısız olmuştur. Bu sebeple cari açık sorununa ilişkin çözüm dahi geliştirilememiştir.
Kamu Borcu Sorunu ve Çözüm Yöntemleri
Kamu borcunun yüksek olduğunu nasıl anlarız derseniz bunun için dönüp kamu borcu/gsyih oranına bakabilirsiniz. Tabi eğer faiz dışı fazla negatif veriyorsa ilerleyen dönemde bu ciddi kamu açıkları olacağının göstergesidir. O dönemlerde de kamu borcunun sorun olduğunu bu istatistiklere bakarak anlayabilirsiniz zaten.

Kamu borcunun yüksek olduğu ülkelerin dört alternatifi vardır;
- Ya daha fazla borç alınıp verimli yerlere yatırım ile borç geri ödemeye çalışılır (imkansıza yakındır),
- ya kamunun elindeki işletmeler satılır ve mevcut borç yükü azaltılır,
- ya muhtelif yöntemler ile politika faizi düşük tutulur,
- ya da devalüasyon (şayet dalgalı kur ise bilerek kuru düşük tutma eylemi) yapılıp paranın değeri düşürülür ve borç ödemesi kolaylaştırılır.
Tabi şunu belirtelim bu yüksek kamu borcunu çözen cin fikirlerin bile stratejisi vardır. Burada önemli olan kamu borcunun hangi cinsten olduğudur. Yani döviz cinsi mi yerli para cinsi mi? Eğer kamu borcu yerli para cinsinden yüksek tutarda ise yani iç borçlanma fazla ise bu taktirde çözüm devalüasyondur. Devalüasyon siyasi tepkilerden dolayı direk yapılmak istenmiyorsa faizin düşük tutulması güzel bir ısındırma fiilidir.
Ama şayet döviz borcu yüksek ise bunlar çare değildir hatta tam tersi borcu daha da arttırır. Döviz borcu yüksek ise tek çıkış yolu özelleştirmedir. Ha siz yerli para biriminden oluşan borç sorunu için de özelleştirme kullanabilirsiniz ancak bence bu ahmaklıktır. Kurşunu boşa harcamaktır.
Neyse çok dağıtmayalım o dönemde borç iç borç olarak fazla idi. Yani hem devalüasyon hem de faizi düşük tutma işe yarıyordu. Ancak borçlanma o kadar yüksekti ki bir senelik vergi geliri dahi borcun faizini ödemeye yetmiyordu.

Çözüm 1: TCMB Avansı
Kamu borcunu azaltmaktan ziyade ilk çözüm finanse etmekti. Bunun için yani hükümet zaman kazanmak için önce TCMB’den avans mavans ne var ne yok iç etti ve açıkçası kamu borcu finansmanını para basarak sağladı. 1994 krizine ne oldu sürecinde; TL ‘nin değer kaybında spekülatif para çıkışı yanında bu para basmanın da etkisi fazladır. O dönem enflasyonun sebebini sanırım anlamışsınızdır.
Çözüm 2: Özelleştirme
TCMB avanslarını kullanarak zaman kazanan iktisat profesörümüz Tansu Çiller borcu külliyen kapatabilmek için PTT’nin T’sini yani Telekomu özelleştirmek istiyordu. Şunu da söyleyelim o dönem ülke borcunun yaklaşık 40 milyar USD olduğu ve PTT’nin yalnızca T’si için yapılan fiyat çalışmalarının da 40 milyar USD olduğu söylenir. Yani şayet Çiller T’yi satmayı başarabilseydi borcu toptan kapatacaktı
Şunu da ekleyelim. TCMB avanslarının kullanılması bile borcu azaltmaya yetmemiştir. Zaten Çiller’in faiz takıntısı buradan gelir. Yani TCMB avansını kullanmış, ancak o kadar yüksek bir faiz uygulanıyor ki bu bile fayda etmiyor. Hatta bu geçiş sürecinde faiz ödemeyip borç bulabilmek için Japonya’ya adam filan da gönderilmiştir ki giden sanırım maliye bakanıydı. İç piyasada yüksek faizden borçlanıyoruz, bari Japonlardan borç isteyelim denmiş, buna dayanarak da iç piyasadaki hazine ihalelerini iptal etmiştir. Bu durum içrede faizi iyice azdırmıştır. Hatta bununla da yetinmemiş hazine tahvilinden elde edilen faiz kazancına ek vergi koymuştur.
Kamu Borcuna Siyasi Bir Bakış
Peki bu kamu borcu yükü nereden kaynaklanıyor? Abi bu olay bu ülkenin makus talihidir. Ancak kökleri de farklı yerlere gider. Gittiği yer de politiktir, ideolojiktir.
Ülkede iki temel siyasi cephe vardır. Birincil cephe (birincil yazmamın sebebi ülkedeki çoğu insanın bu partilere oy vermesidir.) merkez sağ diye nitelendirebileceğimiz liberal, iktisadi anlamda daha dışa açılmacı, daha az korumacı ekiptir. Örneklerine bakarsak Demokrat Parti, Anavatan Partisi, DYP, Ak Parti şeklinde sıralayabiliriz. Karşı taraf ise merkez sol olarak nitelendirilebilecek nispeten daha ulusalcı, daha korumacı bir iktisadi politika savunur. Merkez sola örnek olarak DSP ve CHP’yi verebiliriz.
Şimdi merkez sağın politikalarında zaman içerisinde politika aşınarak “her şey serbestisi” yaşanır ve ülkeye büyümek için getirilecek kaynak saçma sapan yerlere harcanır. Köprüler vs. Ler sıklıkla para harcanan yerlerdir. E bu dışarıdan alınan kaynak bedavaya gelmediğinden zaman içerisinde birikerek artar ve borç arttıkça faiz de artar. 1994 krizinde ne oldu meselesi için Turgut Özal liberalizminin ceremesini çektik desek pek de haksız sayılmayız diyebiliriz aslında.

Merkez solun politikasında ise temel hedef nispeten liberallere göre düşük büyüme ile iç üretimi arttırarak yavaş yavaş piyasayı açmaktır. Ancak burada da bu iç üreticilere uygulanan avantajlı politika nedeniyle uluslararası finans piyasalarından daha az borç bulunabilir ki bu bulunan borç da maliyetlidir. İç piyasadan yapılan borçlanma ise geri dönüşü daha düşük oranlı olan alanlara yatırıma gittiğinden zaman içerisinde strateji aşınır ve yine borçların saçma sapan alanlara harcanması nedeniyle borç birikerek artar.
İktidarda Kalmak ve Kamu Borcu Korelasyonu
Tabi iktidarların süresi uzadıkça mali disiplinin kaybolmak zorunda olduğunu da iletelim. Çünkü iktidardaki adam iktidarda kalmak ister. Bunun için halka yedirip içirmesi, yani iktidardan kaynaklanan rantı paylaşması gerekir. Bunun yolu da ilanihaye kamu borcundan geçer. Ya fazla maaş verecek, ya fazla sosyal yardım yapacak, ya fazla gösterişli yatırım yapacak, ya ithalat imkanlarını arttıracak, ya vergiyi azaltacak, ya…
Yani bir şekilde iktidarda kalmak isteyen yedirecek ve kamu borcunu arttıracak aga başka yol yok.
1994 Krizi Tanımı : İkiz Açık
İkiz açık kavramı kamu bütçesinde açık ile birlikte cari açıkta da açık verilmesi halinde ortaya çıkan, sürdürülmesi de açıkçası mümkün olmayan, bu güne kadar ne hükümetleri ne babayiğitleri yemiş bir sorundur.
Çiller döneminin büyük ekonomik problemlerinden birisi de cari açıktır. Tabi Tansu Çiller ekonomik sorun çözme modelinde ilk ve tek kurşununu kamu borcu sorununu çözmeye harcamıştır ancak zaten kamu borcu denilen elemanın bu kadar artmasının sebebi cari açığın ta kendisidir. Bu iki sorun genelde birbirini destekler zaten.

Gelelim sorunun nasıl büyüdüğüne? Bunu anlamanız için ülkenin iktisadi yapısını bilmeniz gerekir. Ülkemiz o dönemde de tıpkı şimdilerde olduğu üzere değer yaratmaktan uzak, ihracatı zayıf, lüks ya da katma değerli üretimi düşük olan bir memleket idi. Yine bu günlerde olduğu üzere 1 dolar ihracat için 0,70 cent ithalat yapmanız gerekiyordu.
İşte hükümetlerin borç alarak bu sorunu çözmeleri gerekiyordu. Yani temel olarak çözülmesi gereken alınan borçlar ile 1 USD ihracat için gereken 70 centi daha da düşürmek olmalıydı. Fakat 1994 krizinde ne oldu meselesinin kök sorunu olan Turgut Özal döneminde özellikle dışarıdan yapılan borçlanmalar, cari açık sorununu çözecek, ihracatta katma değer yaratacak alanlara değil saçma sapan yerlere harcanmıştı.
Dönem içerisinde ülkeye giren bu yabancı para ve içerden alınan yerli para borç geri ödenemedi çünkü borçlar üretime değil tüketime ya da cari açığı azaltacak teşvikli sektörlere gitmemişti.
E haliyle borç arttıkça tüketim arttı, tüketim arttıkça cari açık arttı. Tipik bir ekonomik kriz hikayesi anlayacağınız.
Politika
Şayet Çiller kafasındaki projeyi başarabilseydi mal satarak borcu kapatan başbakan ünvanını alacaktı. Tabi bu olumsuz ünvana ek olarak kamuoyu gözünde faizlerin düşmesi ile kahramanlık nişanını da boynuna geçirecekti. Peki ne oldu?

Patlama Noktası
Patlama noktasından önce altyapısını yazalım. Öncelikle o dönemde faiz zorla enflasyonun altına indirilmişti. Ki biz bu duruma finans piyasalarında negatif reel faiz diyoruz. Bu durum da bir çok yatırımcının dolara kaçmasına neden olarak doları tercih etmesine sebep oldu ve bu da enflasyonu dolaylı yoldan tekrar körükledi. Dönemin TCMB’sı elindeki rezervi etkin kullanamamış ve doları da zaptedememiştir. Bunu da not edelim. Çünkü eldeki rezervi satıp dolar kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. Bunun pek mümkün olmadığı zaten Soros ve BOE savaşı yazımızda ele almıştık. Bu şartlar altında bir de siyasi kriz çıkınca ortalık zelzeleye dönmüştür. Bundan sonrası tufan, bundan sonrası boran…
Patlama noktasında devreye siyaset girdi demiştik. Detayına girelim. Çiller özelleştirme yasasını çıkartmak istediğinde hükümetin küçük ortağı SHP bu özelleştirme yasasına karşı anayasa mahkemesine gitti. Kararı da iptal ettirdi. Bunun üzerine haber yayılır yayılmaz önce kredi derecelendirme kuruluşları not indirdi akabinde de hazine ihaleleri iptal edilmiş olduğu için devletin borcu ödemesi gerekti. Normalde her borçlanma döneminde hazine borçlarını yeniler ki ana para ödemesi yapılmasın. Ancak plan tutmadı çünkü özelleştirme geliri elde edilemedi ve kasada para yokken borçların vadesi geldi.
Bankalar hazineyi açıkta görünce faizi roketlediler. Çillerin de kafası attı ve “sine-i millete döner halkımdan borçlanırım ülen” deyip halka %50 faizden tahvil satarak borçlarını yeniledi.Ama bu da yeterli olmadı.
Tüm bu olayların sonunda 16.000 TL olan 1 Dolar 48.000 TL’ye geldi. Faizler uçtu kaçtı (gecelik faiz %1000 lere kadar geldi) . Çok büyük ekonomik daralma oldu.

5 nisan kararlarına girilmeden evvel ekonomi yaklaşık %7 küçülmüş, enflasyon %150’ye yaklaşmıştı. Krize girilmeden evvel kamu borcu/gsyih %45 lere dayanmıştır. Cari işlemler dengesi /gsyih ise -%11 ler civarındadır. Bunu da belirtmiş olalım.
Yine 5 nisan kararları alınmadan önce yaklaşık %14 oranında devalüasyon da yapılmış ancak bu durum dahi sorunlara ilaç olamamıştır.
5 Nisan Kararları
Kararlar 1994 krizi patladıktan sonra krizin etkilerini bertaraf etmek için alınmıştır. Özet olarak bakarsak;
- Emeklilik yaşının arttırılması
- Muhtelif tüketim ürünlerine fahiş zamlar
- Mal sahiplerinden (konut–işyeri–araba) bir seferliğine vergi alınması
- Kitlerin kısmen kapatılması kalanların özelleştirilmesi
- Vergi iadesinin (memurlar için) kaldırılması
- Tarım sübvansiyonlarının (hububat, tütün ve şeker hariç) tamamen kaldırılması
5 Nisan Kararları Etkili Oldu Mu?
5 nisan kararları dönemine göre oldukça marjinal kararlardır ancak cerahati söküp atmamış sadece ağrı kesici olarak kalmıştır. Yani derinlemesine etkili olmamıştır. Bir çok ekonomik önlem gibi yalnızca pansuman olarak kalmıştır.
Hatta dönem dönem bazı ekonomi yazınlarında 1994 krizinde ne oldu sonrası alınan 5 nisan kararlarının etkinsizliğinin, 2001 krizinin temellerini attığını okursunuz. Bu ifade kısmen de olsa haklıdır. Gerçekten 1994 krizi sürecinde yaranın pansuman ile geçiştirilmeye çalışılması ilerleyen dönemde çok ciddi bir sorun olarak geri dönmüştür. Ancak unutulmaması gereken şu dur ki ülkemizdeki gibi ihracatın ithalatı karşılama oranı, enerji sorunu vs. olan ülkelerde bu problemleri çözebilmeniz için ciddi bir vakit gerekir ve açıklanan paketler yalnızca hükümetlere zaman kazandırmak için uygulanan unsurlardır.
Zaten 5 Nisan kararlarının hemen akabinde IMF ile anlaşma masasına oturularak 14 aylık bir stand-by anlaşması yapılmıştır.
Resimli Siyasi Anlatı

Sen Olsan Ne Yapardın?
1994 krizinde ne oldu meselesine girilmeden önce aslında kriz geliyorum diye bas bas bağırıyor. İktisadi müdahaleler için oldukça geç kalınmış bir ortam mevcut. Kamu borcu yüksek. Mevcut vergi gelirleri ile borçların faizi dahi ödenemezken her sene düzenli olarak cari açık veriyoruz ki bu da her sene çılgınca artan dolar ve enflasyon demektir.
Peki bu şartlarda siz iktidara gelecek olsanız ne yapardınız? Bu kısım işin zor bölümü. Eleştirmek kolaydır ama çözüm üretmek zordur. Hiç bir politika uygulamamak ise en kötüsüdür.
Ben olsam tıpkı 5 nisan kararları gibi zaman kazandırıcı, ama sert, kamu gelirini arttırıcı ama büyümeyi düşürücü önlemlere başvururdum. 5 nisan kararlarına ek olarak ise her yazımda ısrarla belirttiğim selektif kredi denetimi modeline geçerdim. Bu işin cari açık kısmını hafifletmek için yapacağım bir şey olurdu. Büyük ve detaylı bir planlama ile halkın ihtiyaç duyduğu ve ithal etmek zorunda olduğum mallara ilişkin bir üretim planı hazırlardım muhakkak. Bunun yanında fazladan lüks tüketime ağır vergileri uygulardım.
Tabi bunları uyguladıktan sonra muhtemelen halk “allah bunun belasını versin, ekonomi profesörü diye getirdik adam vergi makinesi çıktı” diyip popoma tekmeyi basacaktı ama yapacak bir şey de yok o şartlarda.
Yani 1994 krizinde ne oldu meselesi sadece dönemin hükümetinin sırtına bindirilecek kadar hafif bir yük değildir. Çözmek de bedel ve süre ister.